İçerik Tablosu [ gizle] 1 Fatih Sultan Mehmet Sözleri. 2 Fatih Sultan Mehmet Şiirleri, Avni Şiirleri. 3 Aşk İle Viran İden Gönlini Ma’mûr İstemez. 3.1 Cananını Kasteder. 3.1.1 Kimsesiz Hiç Kimse Yok. 3.1.2 Ağlasa Derd-i Derûnum Çeşm-i Giryânım Sana.
22 O, öyle bir Allah’dır ki yeryüzünü, sizin (fayda ve rahatınız) için bir döşek, semâyı (göğü) bir bina yaptı ve sizin için, gökten bir su indirdi de onunla türlü mahsullerden bir rızık çıkardı. Artık siz de Allah’ın eş ve benzeri olmadığını bildiğiniz halde, Allah’a eşler koşmayınız.
1. Hemen şu an da sahip olduğunuz için şükrettiğiniz şeylerin bir listesini yapın ve onu görebileceğiniz bir yere asın. 2. Sizi çok üzen birine onu affettiğinizi belirten bir mektup yazın (Göndermek zorunda tabiî ki değilsiniz. ) 3. İncittiğiniz birine ne kadar üzgün olduğunuzu anlatan bir özür mektubu yazın.
230 Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır.
Kışınyiyin bol bol, böyle kısa kalmayın. 3) Her tarafta yetişirim, tek çekirdekli meyveyim. Ana yurdum Anadolu, etim lezzetli ve sulu. 4) Kat kat yapraklar içinde neler saklar. İster turşu yap ister sar. Lahanasız ev neye yarar? 5) Hasta olursan eğer hemen onu hatırla. Ekşi sulu bir limon hemen kaldırır seni ayağa.
cash. Aralık ayının 12’ si ile 18’ i arasında yapılan yerli malı haftası kutlamalarında öğrenciler bu şiirle sunum yaparak bu haftanın önemini vurgulamaktadır. Yerli Malı Haftası Nedir?Yerli malı haftası her yıl 12-18 Aralık tarihleri arasında kutlanmaktadır. Yerli üretimin arttırılması ve tüketiminin teşviki için düzenlenen bu hafta Türkiye’ nin her yerinde çeşitli yöntemlerle kutlanır. Özellikle de okullarda öğrenciler tarafından kutlanan ve çok sevilen yerli malı haftası her öğrenci için keyifli bir Malı Haftası Nasıl Kutlanır?2021 yılının sonlarına doğru yaklaştığımız şu günlerde yerli malı haftası için hazırlıklar başladı. Okullarda öğrencilerin yerli ürünlerle yaptığı yemeklerle kutlanan yerli mali haftası için öğrenciler heyecanla malı haftası her okulda ayrı şekilde kulansa da bu hafta ile ilgili bilgiler ve şiirler her okul tarafından kutlamalara dahil ediliyor. Kutlama için gün sayan öğrencilerin bu şiirleri kimi zaman yazması kimi zaman da bulması malı haftası için birçok şiir bulunmaktadır. Yerli üretimin teşviki için oldukça önemli olan bu haftanın anlamı ve önemi şiirlerle öğrencilere ayının 12’ si ile 18’ i arasında yapılan yerli malı haftası kutlamalarında öğrenciler bu şiirle sunum yaparak bu haftanın önemini malı haftası ile ilgili kısa ya da uzun birçok şiir bulunmaktadır. Bu şiirlerin bu haftanın önemini vurgulaması kutlamalar sırasında bu şiirleri okuyarak yerli malı haftasını daha iyi yıl da her yıl gibi yerli malı haftası hazırlıkları için hazırlanan öğrencilerin yerli malı haftası ile ilgili şiirlerle sunum yapması gerekiyor. Kısa ya da uzun olabilen bu şiirlerle öğrenciler kutlamalarını MALI HAFTASI ŞİİRLERİBİZİM YERLİ MALIMIZElin kokusuz, yapma gülünden güzel bizim bahçede boy atacak tezgahlarda boy boy, kolay dokunanPaspaslardan güzeldir el emeği vermem yabancının çeşit çeşit rengineBayraklaşır gözümde beyazımız, firenk elmasına, ne arap hurmasınaMuhtaç etmez ki bizi meyve dolu daha gerçek, güzelden daha güzel,Her karışı hazine bizim yurt birlik olup çalışmayı bildik miPetekleri doldurur mis kokulu olsa, yabanın ipeğinden güzeldirBizim yerli malımız, bizim yerli malımız...BEHÇET KEMAL ÇAĞLARYERLİ MALI HAFTASIYerli malı haftası,Seni özledik gelecek diye,Yolunu masamızıKutlayalım neler yok,Ne yetişmez, ne bitmez?Eğer görmek istersenYurdu biraz dolaş masamızıKutlayalım HAKKI TALASPORTAKALPortakal tatlı serinBaşıdır güneşin rengi,Parlar gibidir değil mi kestane?Alırsın tane çizersin,Kızgın küle tatlı tatlı ye,En güzel besin elmasıyım,Meyvelerin sarı yanağım var,Beni yersen kan memleketim,Koyu sarıdır rengim,Isırınca pek yarar,Yiyenlere can üzümleri,Sevilmez mi arkadaş?İnsanlara pek yarar,Kurusu var yaşı Aydın inciri,Pek güzel iri alma, incir al,Ağzına aksın zengin olsun,Cebiniz fındık çıtır çıtır,Hem besler, hem de unutma,Beslenmek sar da ye,Kuvvet versin mandalina,Sağlık veririm sevimli meyveyim,Bol bol yiyin olur açılırım,Mercan gibi nar sorulmaz,Şurubuna kayısısı,Yemişlerin nazlısıPestili de yapılır,Yiyenler pek şeftalisi,Kilodur bir kim sevmez,Tadına doyum sarı rengim var,Ne güzel de reçel yap ye,İstersen ormanlarda,Bahçelerde, çayırlardaYetişirim, çeşit tarafta çekirdekli yurdum lezzetli ve aldanmaAnamur’dan şaşmaYerli muz en güzeliMutlu eder yiyenleriISPANAKSebze deyip kanmayınIspanaksız kalmayınKışın yiyin bol bolBöyle kısa kalmayınLAHANAKat kat yapraklarİçinde neler saklarİster turşu yap ister sarLahanasız ev neye yarar?PATLICANYaz gelince ilk öncePatlıcan yemeli benceHem sağlıklı hem lezzetliPişir pişir patlıcan yePATATESÖdemiş’te sarısıKars’ta ise var beyazıHer yemeğin başıdırYerin altında saklıdırHAVUÇRengi güneş gibiTavşanlar bilir işiHavuç yiyin arkadaşTadı var şeker gibiMARULSalatasız yemekEksik kalmış demekYeşil taze bir marulElbette sağlık demekLİMONHasta olursan eğerHemen onu hatırlaEkşi sulu bir limonKaldırır seni ayağaKAVUNKavunu kokla alO tadına hayran kalKırkağaç’ın kavunuBir değil on tane alSOĞANYemek onsuz olur mu?Tadına hiç doyulur mu?Güzel soğan, sarı soğanBöyle ağlatmak olur mu?MISIRPatlatınca mısırıBaşlar hemen eğlenceİstersen kaynatarak yeÖyle daha güzel benceTURPGörünce beğenmedimAma tadını çok sevdimO güzelim turplarıSalataya rendeledimBİBERBazısı çok acıdırGözlerden yaş getirirYeşili ve kırmızısıŞu biber ne güzel şeydirSALATALIKUzun, yeşil salatalıkGörünce hemen aldıkOnunla kahvaltıyaGüzel bir lezzet kattıkZEYTİNEge’de zeytin yetişirLezzetiyle bilinirVar mı öyle sağlıklıEn güzeli zeytin yağı,
Web Taraycınız bu özelliği desteklemiyor İsrâ 1 Mealleri Karşılaştır Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîrbasîru. بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ سُبْحَٰنَ ٱلَّذِىٓ أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِۦ لَيْلًا مِّنَ ٱلْمَسْجِدِ ٱلْحَرَامِ إِلَى ٱلْمَسْجِدِ ٱلْأَقْصَا ٱلَّذِى بَٰرَكْنَا حَوْلَهُۥ لِنُرِيَهُۥ مِنْ ءَايَٰتِنَآ ۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْبَصِيرُ Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. İsrâ 2 Mealleri Karşılaştır Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâvekîlen. وَءَاتَيْنَا مُوسَى ٱلْكِتَٰبَ وَجَعَلْنَٰهُ هُدًى لِّبَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ أَلَّا تَتَّخِذُوا۟ مِن دُونِى وَكِيلًا Mûsâ’ya Kitab’ı Tevrat’ı verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık. İsrâ 3 Mealleri Karşılaştır Zurriyyete men hamelnâ mea nûhnûhin, innehu kâne abden şekûrâşekûren. ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا Ey kendilerini Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu. İsrâ 4 Mealleri Karşılaştır Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâkebîren. وَقَضَيْنَآ إِلَىٰ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ فِى ٱلْكِتَٰبِ لَتُفْسِدُنَّ فِى ٱلْأَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا Biz, Kitap’ta Tevrat’ta İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik. İsrâ 5 Mealleri Karşılaştır Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyârdiyâri, ve kâne va’den mef’ûlâmef’ûlen. فَإِذَا جَآءَ وَعْدُ أُولَىٰهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَّنَآ أُو۟لِى بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُوا۟ خِلَٰلَ ٱلدِّيَارِ ۚ وَكَانَ وَعْدًا مَّفْعُولًا Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince sizi cezalandırmak için üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi. İsrâ 6 Mealleri Karşılaştır Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrânefîren. ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ ٱلْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَأَمْدَدْنَٰكُم بِأَمْوَٰلٍ وَبَنِينَ وَجَعَلْنَٰكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık. İsrâ 7 Mealleri Karşılaştır İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâtetbîren. إِنْ أَحْسَنتُمْ أَحْسَنتُمْ لِأَنفُسِكُمْ ۖ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا ۚ فَإِذَا جَآءَ وَعْدُ ٱلْءَاخِرَةِ لِيَسُۥٓـُٔوا۟ وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا۟ ٱلْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا۟ مَا عَلَوْا۟ تَتْبِيرًا İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide Beyt-i Makdis’e girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik. İsrâ 8 Mealleri Karşılaştır Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâhasîren. عَسَىٰ رَبُّكُمْ أَن يَرْحَمَكُمْ ۚ وَإِنْ عُدتُّمْ عُدْنَا ۘ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَٰفِرِينَ حَصِيرًا Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de cezaya döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır. İsrâ 9 Mealleri Karşılaştır İnne hâzel kur’âne yehdî lilletî hiye akvemu ve yubeşşirul mu’minînellezîne ya’melûnes sâlihâti enne lehum ecren kebîrâkebîren. إِنَّ هَٰذَا ٱلْقُرْءَانَ يَهْدِى لِلَّتِى هِىَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ ٱلْمُؤْمِنِينَ ٱلَّذِينَ يَعْمَلُونَ ٱلصَّٰلِحَٰتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا 9-10 Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler. İsrâ 10 Mealleri Karşılaştır Ve ennellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti a’tednâ lehum azâben elîmâelîmen. وَأَنَّ ٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِٱلْءَاخِرَةِ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 9-10 Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler. İsrâ 11 Mealleri Karşılaştır Ve yed’ul insânu biş şerri duâehu bil hayrhayri, ve kânel insânu acûlâacûlen. وَيَدْعُ ٱلْإِنسَٰنُ بِٱلشَّرِّ دُعَآءَهُۥ بِٱلْخَيْرِ ۖ وَكَانَ ٱلْإِنسَٰنُ عَجُولًا İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir. İsrâ 12 Mealleri Karşılaştır Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten nehâri mubsıraten li tebtegû fadlen min rabbikum ve li ta’lemû adedes sinîne vel hisâbhisâbe, ve kulle şey’in fassalnâhu tafsîlâtafsîlen. وَجَعَلْنَا ٱلَّيْلَ وَٱلنَّهَارَ ءَايَتَيْنِ ۖ فَمَحَوْنَآ ءَايَةَ ٱلَّيْلِ وَجَعَلْنَآ ءَايَةَ ٱلنَّهَارِ مُبْصِرَةً لِّتَبْتَغُوا۟ فَضْلًا مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا۟ عَدَدَ ٱلسِّنِينَ وَٱلْحِسَابَ ۚ وَكُلَّ شَىْءٍ فَصَّلْنَٰهُ تَفْصِيلًا Biz geceyi ve gündüzü kudretimizi gösteren iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık. İsrâ 13 Mealleri Karşılaştır Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıhunukıhî, ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâmenşûren. وَكُلَّ إِنسَٰنٍ أَلْزَمْنَٰهُ طَٰٓئِرَهُۥ فِى عُنُقِهِۦ ۖ وَنُخْرِجُ لَهُۥ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ كِتَٰبًا يَلْقَىٰهُ مَنشُورًا Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. İsrâ 14 Mealleri Karşılaştır Ikra’ kitâbekkitâbeke, kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâhasîben. ٱقْرَأْ كِتَٰبَكَ كَفَىٰ بِنَفْسِكَ ٱلْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir. İsrâ 15 Mealleri Karşılaştır Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihnefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâresûlen. مَّنِ ٱهْتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهْتَدِى لِنَفْسِهِۦ ۖ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا ۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۗ وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّىٰ نَبْعَثَ رَسُولًا Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz. İsrâ 16 Mealleri Karşılaştır Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâtedmîren. وَإِذَآ أَرَدْنَآ أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا۟ فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا ٱلْقَوْلُ فَدَمَّرْنَٰهَا تَدْمِيرًا Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına itaati emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz. İsrâ 17 Mealleri Karşılaştır Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûhnûhin ve kefâ bi rabbike bi zunûbi ıbâdihî habîren basîrâbasîren. وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ ٱلْقُرُونِ مِنۢ بَعْدِ نُوحٍ ۗ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِۦ خَبِيرًۢا بَصِيرًا Nûh’tan sonra da nice nesilleri helâk ettik. Kullarının günahlarını hakkıyla bilici ve görücü olarak Rabbin yeter. İsrâ 18 Mealleri Karşılaştır Men kâne yurîdul âcilete accelnâ lehu fîhâ mâ neşâu li men nurîdu summe cealnâ lehu cehennemcehenneme, yaslâhâ mezmûmen medhûrâmedhûren. مَّن كَانَ يُرِيدُ ٱلْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُۥ فِيهَا مَا نَشَآءُ لِمَن نُّرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُۥ جَهَنَّمَ يَصْلَىٰهَا مَذْمُومًا مَّدْحُورًا Kim bu geçici dünyayı isterse orada ona, evet dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak girer. İsrâ 19 Mealleri Karşılaştır Ve men erâdel âhırete ve saâ lehâ sa’yehâ ve huve mu’minun fe ulâike kâne sa’yuhum meşkûrâmeşkûren. وَمَنْ أَرَادَ ٱلْءَاخِرَةَ وَسَعَىٰ لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُو۟لَٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُورًا Kim de mü´min olarak ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir. İsrâ 20 Mealleri Karşılaştır Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbikrabbike, ve mâ kâne atâu rabbike mahzûrâmahzûren. كُلًّا نُّمِدُّ هَٰٓؤُلَآءِ وَهَٰٓؤُلَآءِ مِنْ عَطَآءِ رَبِّكَ ۚ وَمَا كَانَ عَطَآءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا Rabbinin lütfundan her birine; onlara da, bunlara da veririz. Rabbinin lütfu hiç kimseye yasaklanmış değildir. İsrâ 21 Mealleri Karşılaştır Unzur keyfe faddalnâ ba’dahum alâ ba’dba’dın, ve lel âhıretu ekberu derecâtin ve ekberu tafdîlâtafdîlen. ٱنظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ وَلَلْءَاخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَٰتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلًا Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette ahiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür. İsrâ 22 Mealleri Karşılaştır Lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tak’ude mezmûmen mahzûlâmahzûlen. لَّا تَجْعَلْ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَّخْذُولًا Allah ile birlikte başka bir tanrı edinme, yoksa kınanmış ve yalnızlığa itilmiş olarak kalırsın. İsrâ 23 Mealleri Karşılaştır Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâihsânen, immâ yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâkerîmen. ۞ وَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوٓا۟ إِلَّآ إِيَّاهُ وَبِٱلْوَٰلِدَيْنِ إِحْسَٰنًا ۚ إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ ٱلْكِبَرَ أَحَدُهُمَآ أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. İsrâ 24 Mealleri Karşılaştır Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâsagîren. وَٱخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ ٱلذُّلِّ مِنَ ٱلرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ٱرْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِى صَغِيرًا Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” İsrâ 25 Mealleri Karşılaştır Rabbukum a’lemu bi mâ fî nufûsikum, in tekûnû sâlihîne fe innehu kâne lil evvâbîne gafûrâgafûren. رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِى نُفُوسِكُمْ ۚ إِن تَكُونُوا۟ صَٰلِحِينَ فَإِنَّهُۥ كَانَ لِلْأَوَّٰبِينَ غَفُورًا Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır. İsrâ 26 Mealleri Karşılaştır Ve âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîli ve lâ tubezzir tebzîrâtebzîren. وَءَاتِ ذَا ٱلْقُرْبَىٰ حَقَّهُۥ وَٱلْمِسْكِينَ وَٱبْنَ ٱلسَّبِيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. İsrâ 27 Mealleri Karşılaştır İnnel mubezzirîne kânû ihvâneş şeyâtînşeyâtîni, ve kâneş şeytânu li rabbihî kefûrâkefûren. إِنَّ ٱلْمُبَذِّرِينَ كَانُوٓا۟ إِخْوَٰنَ ٱلشَّيَٰطِينِ ۖ وَكَانَ ٱلشَّيْطَٰنُ لِرَبِّهِۦ كَفُورًا Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. İsrâ 28 Mealleri Karşılaştır Ve immâ tu’ridanne anhumubtigâe rahmetin min rabbike tercûhâ fe kul lehum kavlen meysûrâmeysûren. وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ٱبْتِغَآءَ رَحْمَةٍ مِّن رَّبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُل لَّهُمْ قَوْلًا مَّيْسُورًا Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle. İsrâ 29 Mealleri Karşılaştır Ve lâ tec’al yedeke maglûleten ilâ unukıke ve lâ tebsuthâ kullel bastı fe tak’ude melûmen mahsûrâmahsûren. وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَىٰ عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ ٱلْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. İsrâ 30 Mealleri Karşılaştır İnne rabbeke yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdiryakdiru, innehu kâne bi ibâdihî habîran basîrâbasîran. إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ ٱلرِّزْقَ لِمَن يَشَآءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ بِعِبَادِهِۦ خَبِيرًۢا بَصِيرًا Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve dilediğine kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir. İsrâ 31 Mealleri Karşılaştır Ve lâ taktulû evlâdekum haşyete imlâkimlâkın, nahnu nerzukuhum ve iyyâkum, inne katlehum kâne hıt’en kebîrâkebîren. وَلَا تَقْتُلُوٓا۟ أَوْلَٰدَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَٰقٍ ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ ۚ إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـًٔا كَبِيرًا Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. İsrâ 32 Mealleri Karşılaştır Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne fâhışehfâhışeten, ve sâe sebîlâsebîlen. وَلَا تَقْرَبُوا۟ ٱلزِّنَىٰٓ ۖ إِنَّهُۥ كَانَ فَٰحِشَةً وَسَآءَ سَبِيلًا Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. İsrâ 33 Mealleri Karşılaştır Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakkhakkı, ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katlkatli, innehu kâne mensûrâmensûran. وَلَا تَقْتُلُوا۟ ٱلنَّفْسَ ٱلَّتِى حَرَّمَ ٱللَّهُ إِلَّا بِٱلْحَقِّ ۗ وَمَن قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِۦ سُلْطَٰنًا فَلَا يُسْرِف فِّى ٱلْقَتْلِ ۖ إِنَّهُۥ كَانَ مَنصُورًا Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da kısas yoluyla öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir. İsrâ 34 Mealleri Karşılaştır Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeheşuddehu, ve evfû bil ahdahdi, innel ahde kâne mes’ûlâmes’ûlen. وَلَا تَقْرَبُوا۟ مَالَ ٱلْيَتِيمِ إِلَّا بِٱلَّتِى هِىَ أَحْسَنُ حَتَّىٰ يَبْلُغَ أَشُدَّهُۥ ۚ وَأَوْفُوا۟ بِٱلْعَهْدِ ۖ إِنَّ ٱلْعَهْدَ كَانَ مَسْـُٔولًا Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz veren sözünden sorumludur. İsrâ 35 Mealleri Karşılaştır Ve evfûl keyle izâ kiltum vezinû bil kıstâsil mustekîmmustekîmi, zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâte’vîlen. وَأَوْفُوا۟ ٱلْكَيْلَ إِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا۟ بِٱلْقِسْطَاسِ ٱلْمُسْتَقِيمِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir. İsrâ 36 Mealleri Karşılaştır Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilmilmun, innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâmes’ûlen. وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِۦ عِلْمٌ ۚ إِنَّ ٱلسَّمْعَ وَٱلْبَصَرَ وَٱلْفُؤَادَ كُلُّ أُو۟لَٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْـُٔولًا Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. İsrâ 37 Mealleri Karşılaştır Ve lâ temşi fîl ardı merehâmerehan, inneke len tahrikal arda ve len teblugal cibâle tûlâtûlen. وَلَا تَمْشِ فِى ٱلْأَرْضِ مَرَحًا ۖ إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ ٱلْأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ ٱلْجِبَالَ طُولًا Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin. İsrâ 38 Mealleri Karşılaştır Kullu zâlike kâne seyyiuhu inde rabbike mekrûhamekrûhen. كُلُّ ذَٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُۥ عِندَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin katında sevimsiz şeylerdir. İsrâ 39 Mealleri Karşılaştır Zâlike mimmâ evhâ ileyke rabbuke minel hikmehhikmeti, ve lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tulkâ fî cehenneme melûmen medhûrâmedhûren. ذَٰلِكَ مِمَّآ أَوْحَىٰٓ إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ ٱلْحِكْمَةِ ۗ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتُلْقَىٰ فِى جَهَنَّمَ مَلُومًا مَّدْحُورًا Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. İsrâ 40 Mealleri Karşılaştır E fe asfâkum rabbukum bil benîne vettehaze minel melâiketi inâsâinâsen, innekum le tekûlûne kavlen azîmâazîmen. أَفَأَصْفَىٰكُمْ رَبُّكُم بِٱلْبَنِينَ وَٱتَّخَذَ مِنَ ٱلْمَلَٰٓئِكَةِ إِنَٰثًا ۚ إِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظِيمًا Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. İsrâ 41 Mealleri Karşılaştır Ve lekad sarrafnâ fî hâzel kur’âni li yezzekkerû, ve mâ yezîduhum illâ nufûrânufûren. وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِى هَٰذَا ٱلْقُرْءَانِ لِيَذَّكَّرُوا۟ وَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا نُفُورًا Andolsun biz, onlar düşünüp öğüt alsınlar diye gerçekleri bu Kur’an’da değişik biçimlerde açıkladık. Fakat bu, onların ancak kaçışlarını artırıyor. İsrâ 42 Mealleri Karşılaştır Kul lev kâne meahû âlihetun kemâ yekûlûne izen lebtegav ilâ zîl arşı sebîlâsebîlen. قُل لَّوْ كَانَ مَعَهُۥٓ ءَالِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لَّٱبْتَغَوْا۟ إِلَىٰ ذِى ٱلْعَرْشِ سَبِيلًا De ki “Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah’la beraber başka ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar da Arş’ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı. İsrâ 43 Mealleri Karşılaştır Subhânehu ve teâlâ ammâ yekûlûne uluvven kebîrâkebîren. سُبْحَٰنَهُۥ وَتَعَٰلَىٰ عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبِيرًا Allah, her türlü eksiklikten uzaktır, onların söylediklerinin ötesindedir, yücedir. İsrâ 44 Mealleri Karşılaştır Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinnfîhinne, ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâgafûren. تُسَبِّحُ لَهُ ٱلسَّمَٰوَٰتُ ٱلسَّبْعُ وَٱلْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ وَإِن مِّن شَىْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِۦ وَلَٰكِن لَّا تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ ۗ إِنَّهُۥ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir hemen cezalandırmaz, mühlet verir, çok bağışlayandır. İsrâ 45 Mealleri Karşılaştır Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâmestûren. وَإِذَا قَرَأْتَ ٱلْقُرْءَانَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ ٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِٱلْءَاخِرَةِ حِجَابًا مَّسْتُورًا Kur’an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. İsrâ 46 Mealleri Karşılaştır Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâvakran, ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrânufûren. وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِىٓ ءَاذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِى ٱلْقُرْءَانِ وَحْدَهُۥ وَلَّوْا۟ عَلَىٰٓ أَدْبَٰرِهِمْ نُفُورًا Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da ibadete lâyık ilâh olarak sadece Rabbini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar. İsrâ 47 Mealleri Karşılaştır Nahnu a’lemu bimâ yestemiûne bihî iz yestemiûne ileyke ve iz hum necvâ iz yekûluz zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâmeshûran. نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِهِۦٓ إِذْ يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ وَإِذْ هُمْ نَجْوَىٰٓ إِذْ يَقُولُ ٱلظَّٰلِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَّسْحُورًا Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken de o zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliyoruz. İsrâ 48 Mealleri Karşılaştır Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâsebîlen. ٱنظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا۟ لَكَ ٱلْأَمْثَالَ فَضَلُّوا۟ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık doğru yolu bulamazlar. İsrâ 49 Mealleri Karşılaştır Ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâcedîden. وَقَالُوٓا۟ أَءِذَا كُنَّا عِظَٰمًا وَرُفَٰتًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا Dediler ki “Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?” İsrâ 50 Mealleri Karşılaştır Kul kûnû hicâreten ev hadîdâhadîden. ۞ قُلْ كُونُوا۟ حِجَارَةً أَوْ حَدِيدًا De ki “Şüphe mi var? İster taş olun ister demir!” İsrâ 51 Mealleri Karşılaştır Ev halkan mimmâ yekburu fî sudûrikum, fe se yekûlûne men yuîdunyuîdunâ, kulillezî fetarakum evvele merrehmerretin, fe se yungıdûne ileyke ruûsehum ve yekûlûne metâ hûvhûve, kul asâ en yekûne karîbâkarîben. أَوْ خَلْقًا مِّمَّا يَكْبُرُ فِى صُدُورِكُمْ ۚ فَسَيَقُولُونَ مَن يُعِيدُنَا ۖ قُلِ ٱلَّذِى فَطَرَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۚ فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُءُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هُوَ ۖ قُلْ عَسَىٰٓ أَن يَكُونَ قَرِيبًا “Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, yine de diriltileceksiniz.” Diyecekler ki “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?” De ki “Sizi ilk defa yaratan.” Bunun üzerine başlarını sana alaylı bir tarzda sallayacaklar ve “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki “Yakın olsa gerek!” İsrâ 52 Mealleri Karşılaştır Yevme yed’ûkum fe testecîbûne bi hamdihî ve tezunnûne in lebistum illâ kalîlâkalîlen. يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَجِيبُونَ بِحَمْدِهِۦ وَتَظُنُّونَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا Allah’ın sizi kabirlerinizden çağıracağı, sizin de O’na hamd ederek emrine hemen uyacağınız ve kabirlerinizde pek az kaldığınızı sanacağınız günü hatırla! İsrâ 53 Mealleri Karşılaştır Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsenahsenu, inneş şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâmubînen. وَقُل لِّعِبَادِى يَقُولُوا۟ ٱلَّتِى هِىَ أَحْسَنُ ۚ إِنَّ ٱلشَّيْطَٰنَ يَنزَغُ بَيْنَهُمْ ۚ إِنَّ ٱلشَّيْطَٰنَ كَانَ لِلْإِنسَٰنِ عَدُوًّا مُّبِينًا Kullarıma söyle İnsanlara karşı en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır. İsrâ 54 Mealleri Karşılaştır Rabbukum a’lemu bikum, in yeşa’ yerhamkum ev in yeşa’ yuazzibkum, ve mâ erselnâke aleyhim vekîlâvekîlen. رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِكُمْ ۖ إِن يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ أَوْ إِن يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ ۚ وَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Durumunuza göre dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder. Seni de onlara vekil olarak göndermedik. İsrâ 55 Mealleri Karşılaştır Ve rabbuke a’lemu bi men fîs semâvâti vel ardardı, ve lekad faddalnâ ba’dan nebiyyîne alâ ba’dın ve âteynâ dâvude zebûrâzebûren. وَرَبُّكَ أَعْلَمُ بِمَن فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۗ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ ٱلنَّبِيِّۦنَ عَلَىٰ بَعْضٍ ۖ وَءَاتَيْنَا دَاوُۥدَ زَبُورًا Hem Rabbin göklerde ve yerde kim varsa daha iyi bilir. Andolsun, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. İsrâ 56 Mealleri Karşılaştır Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnihî fe lâ yemlikûne keşfed durri ankum ve lâ tahvîlâtahvîlen. قُلِ ٱدْعُوا۟ ٱلَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِهِۦ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ ٱلضُّرِّ عَنكُمْ وَلَا تَحْوِيلًا De ki “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.” İsrâ 57 Mealleri Karşılaştır Ulâikellezîne yed’ûne yebtegûne ilâ rabbihimul vesîlete eyyuhum akrebu ve yercûne rahmetehu ve yehâfûne azâbehazâbehu, inne azâbe rabbike kâne mahzûrâmahzûren. أُو۟لَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَىٰ رَبِّهِمُ ٱلْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُۥ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۥٓ ۚ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur. İsrâ 58 Mealleri Karşılaştır Ve in min karyetin illâ nahnu muhlikûhâ kable yevmil kıyâmeti ev muazzibûhâ azâben şedîdâşedîden, kâne zâlike fîl kitâbi mestûrâmestûran. وَإِن مِّن قَرْيَةٍ إِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِ أَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَدِيدًا ۚ كَانَ ذَٰلِكَ فِى ٱلْكِتَٰبِ مَسْطُورًا Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edeceğiz, ya da şiddetli bir azapla cezalandıracağız. İşte bu, Kitap’ta Levh-i Mahfuz’da yazılmış bulunuyor. İsrâ 59 Mealleri Karşılaştır Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûnevvelûne, ve âteynâ semûden nâkate mubsıraten fe zalemû bihâ, ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâtahvîfen. وَمَا مَنَعَنَآ أَن نُّرْسِلَ بِٱلْءَايَٰتِ إِلَّآ أَن كَذَّبَ بِهَا ٱلْأَوَّلُونَ ۚ وَءَاتَيْنَا ثَمُودَ ٱلنَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا۟ بِهَا ۚ وَمَا نُرْسِلُ بِٱلْءَايَٰتِ إِلَّا تَخْوِيفًا Bizi, Kureyş’in istediği mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olması alıkoydu. Nitekim Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onlar bu yüzden zalim oldular. Oysa biz mucizeleri sırf korkutmak için göndeririz. İsrâ 60 Mealleri Karşılaştır Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâsnâsi, ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ânkur’âni, ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâkebîren. وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِٱلنَّاسِ ۚ وَمَا جَعَلْنَا ٱلرُّءْيَا ٱلَّتِىٓ أَرَيْنَٰكَ إِلَّا فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَٱلشَّجَرَةَ ٱلْمَلْعُونَةَ فِى ٱلْقُرْءَانِ ۚ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا طُغْيَٰنًا كَبِيرًا Hani sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını daha da artırdı. İsrâ 61 Mealleri Karşılaştır Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîsiblîse, kâle e escudu li men halakte tînâtînen. وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَٰٓئِكَةِ ٱسْجُدُوا۟ لِءَادَمَ فَسَجَدُوٓا۟ إِلَّآ إِبْلِيسَ قَالَ ءَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti. İsrâ 62 Mealleri Karşılaştır Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aleyaleyye, le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâkalîlen. قَالَ أَرَءَيْتَكَ هَٰذَا ٱلَّذِى كَرَّمْتَ عَلَىَّ لَئِنْ أَخَّرْتَنِ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِ لَأَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُۥٓ إِلَّا قَلِيلًا Yine demişti ki “Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, azdırarak kontrolüm altına alacağım.” İsrâ 63 Mealleri Karşılaştır Kâlezheb fe men tebiake minhum fe inne cehenneme cezâukum cezâen mevfûrâmevfûren. قَالَ ٱذْهَبْ فَمَن تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَإِنَّ جَهَنَّمَ جَزَآؤُكُمْ جَزَآءً مَّوْفُورًا Allah, şöyle dedi “Çekil, git.” Onlardan kim sana uyarsa, kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır.” İsrâ 64 Mealleri Karşılaştır Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâgurûren. وَٱسْتَفْزِزْ مَنِ ٱسْتَطَعْتَ مِنْهُم بِصَوْتِكَ وَأَجْلِبْ عَلَيْهِم بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِى ٱلْأَمْوَٰلِ وَٱلْأَوْلَٰدِ وَعِدْهُمْ ۚ وَمَا يَعِدُهُمُ ٱلشَّيْطَٰنُ إِلَّا غُرُورًا “Haydi onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez. İsrâ 65 Mealleri Karşılaştır İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultânsultânûn, ve kefâ bi rabbike vekîlâvekîlen. إِنَّ عِبَادِى لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَٰنٌ ۚ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ وَكِيلًا “Şüphesiz, gerçek kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!” İsrâ 66 Mealleri Karşılaştır Rabbukumullezî yuzcî lekumul fulke fîl bahri li tebtegû min fadlihfadlihî, innehu kâne bi kum rahîmârahîmen. رَّبُّكُمُ ٱلَّذِى يُزْجِى لَكُمُ ٱلْفُلْكَ فِى ٱلْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا۟ مِن فَضْلِهِۦٓ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا Rabbiniz, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir. Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir. İsrâ 67 Mealleri Karşılaştır Ve izâ messekumud durru fîl bahri dalle men ted’ûne illâ iyyâhiyyâhu, fe lemmâ neccâkum ilel berri a’radtum, ve kânel insânu kefûrâkefûren. وَإِذَا مَسَّكُمُ ٱلضُّرُّ فِى ٱلْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلَّآ إِيَّاهُ ۖ فَلَمَّا نَجَّىٰكُمْ إِلَى ٱلْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ ۚ وَكَانَ ٱلْإِنسَٰنُ كَفُورًا Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız sizi yüzüstü bırakıp kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür. İsrâ 68 Mealleri Karşılaştır E fe emintum en yahsife bikum cânibel berri ev yursile aleykum hâsiben summe lâ tecidû lekum vekîlâvekîlen. أَفَأَمِنتُمْ أَن يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ ٱلْبَرِّ أَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ثُمَّ لَا تَجِدُوا۟ لَكُمْ وَكِيلًا Peki, karada sizi yere geçirmesinden, yahut üzerinize taşlar savuran kasırga göndermesinden, sonra da kendinize bir vekil bulamamaktan güvende misiniz? İsrâ 69 Mealleri Karşılaştır Em emintum en yuîdekum fîhi târeten uhrâ fe yursile aleykum kâsıfen miner rîhı fe yugrikakum bimâ kefertum summe lâ tecidû lekum aleynâ bihî tebîâtebîan. أَمْ أَمِنتُمْ أَن يُعِيدَكُمْ فِيهِ تَارَةً أُخْرَىٰ فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفًا مِّنَ ٱلرِّيحِ فَيُغْرِقَكُم بِمَا كَفَرْتُمْ ۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا۟ لَكُمْ عَلَيْنَا بِهِۦ تَبِيعًا Yahut sizi tekrar denize döndürüp üstünüze, kasıp kavuran bir fırtına yollayarak nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğmasından, sonra da bize karşı kendiniz için arka çıkacak bir yardımcı bulamama durumundan güvende misiniz? İsrâ 70 Mealleri Karşılaştır Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâtafdîlen. ۞ وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِىٓ ءَادَمَ وَحَمَلْنَٰهُمْ فِى ٱلْبَرِّ وَٱلْبَحْرِ وَرَزَقْنَٰهُم مِّنَ ٱلطَّيِّبَٰتِ وَفَضَّلْنَٰهُمْ عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. İsrâ 71 Mealleri Karşılaştır Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâfetîlen. يَوْمَ نَدْعُوا۟ كُلَّ أُنَاسٍۭ بِإِمَٰمِهِمْ ۖ فَمَنْ أُوتِىَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَأُو۟لَٰٓئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَٰبَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. O gün her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar. İsrâ 72 Mealleri Karşılaştır Ve men kâne fî hâzihî a’mâ fe huve fîl âhıreti a’mâ ve edallu sebîlâsebîlen. وَمَن كَانَ فِى هَٰذِهِۦٓ أَعْمَىٰ فَهُوَ فِى ٱلْءَاخِرَةِ أَعْمَىٰ وَأَضَلُّ سَبِيلًا Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır. İsrâ 73 Mealleri Karşılaştır Ve in kâdû le yeftinûneke anillezî evhaynâ ileyke li tefteriye aleynâ gayrehgayrehu ve izen lettehazûke halîlâhalîlen. وَإِن كَادُوا۟ لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ ٱلَّذِىٓ أَوْحَيْنَآ إِلَيْكَ لِتَفْتَرِىَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۥ ۖ وَإِذًا لَّٱتَّخَذُوكَ خَلِيلًا Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. Eğer böyle yapabilselerdi işte o zaman seni dost edinirlerdi. İsrâ 74 Mealleri Karşılaştır Ve lev lâ en sebbetnâke lekad kidte terkenu ileyhim şey’en kalîlâkalîlen. وَلَوْلَآ أَن ثَبَّتْنَٰكَ لَقَدْ كِدتَّ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْـًٔا قَلِيلًا Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İsrâ 75 Mealleri Karşılaştır İzen le ezaknâke di’fal hayâti ve di’fal memâti summe lâ tecidu leke aleynâ nasîrânasîran. إِذًا لَّأَذَقْنَٰكَ ضِعْفَ ٱلْحَيَوٰةِ وَضِعْفَ ٱلْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيرًا İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın. İsrâ 76 Mealleri Karşılaştır Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâkalîlen. وَإِن كَادُوا۟ لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ ٱلْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا ۖ وَإِذًا لَّا يَلْبَثُونَ خِلَٰفَكَ إِلَّا قَلِيلًا Seni o yerden Mekke’den sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı. İsrâ 77 Mealleri Karşılaştır Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâtahvîlen. سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا ۖ وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın. İsrâ 78 Mealleri Karşılaştır Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecrfecri, inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâmeşhûden. أَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ لِدُلُوكِ ٱلشَّمْسِ إِلَىٰ غَسَقِ ٱلَّيْلِ وَقُرْءَانَ ٱلْفَجْرِ ۖ إِنَّ قُرْءَانَ ٱلْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا Güneşin zevalinden öğle vaktinde Batı’ya kaymasından gecenin karanlığına kadar belli vakitlerde namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir. İsrâ 79 Mealleri Karşılaştır Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lekleke, asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâmahmûden. وَمِنَ ٱلَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِۦ نَافِلَةً لَّكَ عَسَىٰٓ أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın. İsrâ 80 Mealleri Karşılaştır Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrece sıdkın vec’al lî min ledunke sultânen nasîrânasîren. وَقُل رَّبِّ أَدْخِلْنِى مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِى مُخْرَجَ صِدْقٍ وَٱجْعَل لِّى مِن لَّدُنكَ سُلْطَٰنًا نَّصِيرًا De ki “Rabbim! Gireceğim yere doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. Çıkacağım yerden de beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” İsrâ 81 Mealleri Karşılaştır Ve kul câel hakku ve zehekal bâtılbâtılu, innel bâtıle kâne zehûkâzehûkan. وَقُلْ جَآءَ ٱلْحَقُّ وَزَهَقَ ٱلْبَٰطِلُ ۚ إِنَّ ٱلْبَٰطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” İsrâ 82 Mealleri Karşılaştır Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasârâhasâran. وَنُنَزِّلُ مِنَ ٱلْقُرْءَانِ مَا هُوَ شِفَآءٌ وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ ۙ وَلَا يَزِيدُ ٱلظَّٰلِمِينَ إِلَّا خَسَارًا Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır. İsrâ 83 Mealleri Karşılaştır Ve izâ en’amnâ alel insâni a’rada ve neâbi cânibihcânibihî, ve izâ messehuş şerru kâne yeûsâyeûsen. وَإِذَآ أَنْعَمْنَا عَلَى ٱلْإِنسَٰنِ أَعْرَضَ وَنَـَٔا بِجَانِبِهِۦ ۖ وَإِذَا مَسَّهُ ٱلشَّرُّ كَانَ يَـُٔوسًا İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. Kendisine şer dokununca da umutsuzluğa düşer. İsrâ 84 Mealleri Karşılaştır Kul kullun ya’melu alâ şâkiletihşâkiletihî, fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâsebîlen. قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَىٰ شَاكِلَتِهِۦ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَىٰ سَبِيلًا De ki “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.” İsrâ 85 Mealleri Karşılaştır Ve yes’elûneke anir rûhrûhı, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâkalîlen. وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلرُّوحِ ۖ قُلِ ٱلرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّى وَمَآ أُوتِيتُم مِّنَ ٱلْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” İsrâ 86 Mealleri Karşılaştır Ve lein şi’nâ le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke summe lâ tecidu leke bihî aleynâ vekîlâvekîlen. وَلَئِن شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِٱلَّذِىٓ أَوْحَيْنَآ إِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِهِۦ عَلَيْنَا وَكِيلًا Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın. İsrâ 87 Mealleri Karşılaştır İllâ rahmeten min rabbikrabbike, inne fadlehu kâne aleyke kebîrâkebîren. إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ إِنَّ فَضْلَهُۥ كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا Ancak Rabbin’den bir rahmet olarak böyle yapmadık. Çünkü O’nun sana olan lütfu büyüktür. İsrâ 88 Mealleri Karşılaştır Kul leinictemeâtil insu vel cinnu alâ en ye’tû bi misli hâzel kur’âni lâ ye’tûne bi mislihî ve lev kâne ba’duhum li ba’dın zahîrâzahîran. قُل لَّئِنِ ٱجْتَمَعَتِ ٱلْإِنسُ وَٱلْجِنُّ عَلَىٰٓ أَن يَأْتُوا۟ بِمِثْلِ هَٰذَا ٱلْقُرْءَانِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِۦ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا De ki “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.” İsrâ 89 Mealleri Karşılaştır Ve lekad sarrafnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli meselin fe ebâ ekserun nâsi illâ kufûrâkufûran. وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِى هَٰذَا ٱلْقُرْءَانِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَىٰٓ أَكْثَرُ ٱلنَّاسِ إِلَّا كُفُورًا Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkârda direttiler. İsrâ 90 Mealleri Karşılaştır Ve kâlû len nu’mine leke hattâ tefcure lenâ minel ardı yenbûâyenbûan. وَقَالُوا۟ لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ تَفْجُرَ لَنَا مِنَ ٱلْأَرْضِ يَنۢبُوعًا 90-93 Dediler ki “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.” İsrâ 91 Mealleri Karşılaştır Ev tekûne leke cennetun min nahîlin ve inebin fe tufeccirel enhâre hılâlehâ tefcîrâtefcîren. أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ ٱلْأَنْهَٰرَ خِلَٰلَهَا تَفْجِيرًا 90-93 Dediler ki “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.” İsrâ 92 Mealleri Karşılaştır Ev tuskıtas semâe kemâ zeamte aleynâ kisefen ev te’tiye billâhi vel melâiketi kabîlâkabîlen. أَوْ تُسْقِطَ ٱلسَّمَآءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا أَوْ تَأْتِىَ بِٱللَّهِ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةِ قَبِيلًا 90-93 Dediler ki “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.” İsrâ 93 Mealleri Karşılaştır Ev yekûne leke beytun min zuhrufin ev terkâ fîs semâsemâi, ve len nu’mine li rukıyyike hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuhnakreuhu, kul subhâne rabbî hel kuntu illâ beşeren resûlâresûlen. أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَىٰ فِى ٱلسَّمَآءِ وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّىٰ تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَٰبًا نَّقْرَؤُهُۥ ۗ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّى هَلْ كُنتُ إِلَّا بَشَرًا رَّسُولًا 90-93 Dediler ki “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.” İsrâ 94 Mealleri Karşılaştır Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu beşeren resûlâresûlen. وَمَا مَنَعَ ٱلنَّاسَ أَن يُؤْمِنُوٓا۟ إِذْ جَآءَهُمُ ٱلْهُدَىٰٓ إِلَّآ أَن قَالُوٓا۟ أَبَعَثَ ٱللَّهُ بَشَرًا رَّسُولًا İnsanlara hidayet Kur’an geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah, bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur. İsrâ 95 Mealleri Karşılaştır Kul lev kâne fîl ardı melâiketun yemşûne mutmainnîne le nezzelnâ aleyhim mines semâi meleken resûlâresûlen. قُل لَّوْ كَانَ فِى ٱلْأَرْضِ مَلَٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ مَلَكًا رَّسُولًا De ki “Eğer yeryüzünde, insanlar yerine yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.” İsrâ 96 Mealleri Karşılaştır Kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum, innehu kâne bi ıbâdihî habîren basîrâbasîren. قُلْ كَفَىٰ بِٱللَّهِ شَهِيدًۢا بَيْنِى وَبَيْنَكُمْ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ بِعِبَادِهِۦ خَبِيرًۢا بَصِيرًا De ki “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.” İsrâ 97 Mealleri Karşılaştır Ve men yehdillâhu fe huvel muhtedmuhtedi, ve men yudlil fe len tecide lehum evliyâe min dûnihdûnihî, ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâsummen, me’vâhum cehennemcehennemu, kullemâ habet zidnâhum saîrâsaîren. وَمَن يَهْدِ ٱللَّهُ فَهُوَ ٱلْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُمْ أَوْلِيَآءَ مِن دُونِهِۦ ۖ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا ۖ مَّأْوَىٰهُمْ جَهَنَّمُ ۖ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَٰهُمْ سَعِيرًا Allah, kimi doğru yola iletirse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa, böyleleri için O’nun dışında dostlar bulamazsın. Onları kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir. Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız. İsrâ 98 Mealleri Karşılaştır Zâlike cezâuhum bi ennehum keferû bi âyâtinâ ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâcedîden. ذَٰلِكَ جَزَآؤُهُم بِأَنَّهُمْ كَفَرُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا وَقَالُوٓا۟ أَءِذَا كُنَّا عِظَٰمًا وَرُفَٰتًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا Bu, onların cezasıdır. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve, “Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduktan sonra mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?” dediler. İsrâ 99 Mealleri Karşılaştır E ve lem yerev ennallâhellezî halakas semâvâti vel arda kâdirun alâ en yahluka mislehum ve ceale lehum ecelen lâ reybe fîhfîhi, fe ebâz zalimûne illâ kufûrâkufûren. ۞ أَوَلَمْ يَرَوْا۟ أَنَّ ٱللَّهَ ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ قَادِرٌ عَلَىٰٓ أَن يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ أَجَلًا لَّا رَيْبَ فِيهِ فَأَبَى ٱلظَّٰلِمُونَ إِلَّا كُفُورًا Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel belirlemiştir. Fakat zalimler ancak inkârda direttiler. İsrâ 100 Mealleri Karşılaştır Kul lev entum temlikûne hazâine rahmeti rabbî izen le emsektum haşyetel infâkinfâkı, ve kânel insânu katûrâkatûren. قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّىٓ إِذًا لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ ٱلْإِنفَاقِ ۚ وَكَانَ ٱلْإِنسَٰنُ قَتُورًا De ki “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” İsrâ 101 Mealleri Karşılaştır Ve lekad âteynâ musa tis’a âyâtin beyyinâtin fes’el benî isrâîle iz câehum fe kâle lehu fir’avnu innî le ezunnuke yâ musa meshûrâmeshûren. وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا مُوسَىٰ تِسْعَ ءَايَٰتٍۭ بَيِّنَٰتٍ ۖ فَسْـَٔلْ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ إِذْ جَآءَهُمْ فَقَالَ لَهُۥ فِرْعَوْنُ إِنِّى لَأَظُنُّكَ يَٰمُوسَىٰ مَسْحُورًا Andolsun, biz Mûsâ’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor sana anlatsınlar Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti. İsrâ 102 Mealleri Karşılaştır Kâle lekad alimte mâ enzele hâulâi illâ rabbus semâvâti vel ardı basâirbasâire, ve innî le ezunnuke yâ fir’avnu mesbûrâmesbûran. قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَآ أَنزَلَ هَٰٓؤُلَآءِ إِلَّا رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ بَصَآئِرَ وَإِنِّى لَأَظُنُّكَ يَٰفِرْعَوْنُ مَثْبُورًا Mûsâ ise, “İyi biliyorsun ki, bunları ancak, göklerin ve yerin Rabbi apaçık deliller olarak indirmiştir. Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum” demişti. İsrâ 103 Mealleri Karşılaştır Fe erâde en yestefizzehum minel ardı fe agraknâhu ve men meahu cemîâcemîan. فَأَرَادَ أَن يَسْتَفِزَّهُم مِّنَ ٱلْأَرْضِ فَأَغْرَقْنَٰهُ وَمَن مَّعَهُۥ جَمِيعًا Bunun üzerine Firavun işkence etmek ve öldürmek suretiyle o yerden onların kökünü kazımak istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birden suda boğduk. İsrâ 104 Mealleri Karşılaştır Ve kulnâ min ba’dihî li benî isrâîleskunûl arda fe izâ câe va’dul âhıreti ci’nâ bikum lefîfâlefîfen. وَقُلْنَا مِنۢ بَعْدِهِۦ لِبَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ٱسْكُنُوا۟ ٱلْأَرْضَ فَإِذَا جَآءَ وَعْدُ ٱلْءَاخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di kıyamet gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.” İsrâ 105 Mealleri Karşılaştır Ve bil hakkı enzelnâhu ve bil hakkı nezelnezele, ve mâ erselnâke illâ mubeşşiren ve nezîrânezîren. وَبِٱلْحَقِّ أَنزَلْنَٰهُ وَبِٱلْحَقِّ نَزَلَ ۗ وَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا Biz onu Kur’an’ı hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. İsrâ 106 Mealleri Karşılaştır Ve kur’ânen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlâtenzîlen. وَقُرْءَانًا فَرَقْنَٰهُ لِتَقْرَأَهُۥ عَلَى ٱلنَّاسِ عَلَىٰ مُكْثٍ وَنَزَّلْنَٰهُ تَنزِيلًا Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik. İsrâ 107 Mealleri Karşılaştır Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim yahırrûne lil ezkâni succedâsucceden. SECDE ÂYETİ قُلْ ءَامِنُوا۟ بِهِۦٓ أَوْ لَا تُؤْمِنُوٓا۟ ۚ إِنَّ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْعِلْمَ مِن قَبْلِهِۦٓ إِذَا يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ سُجَّدًا De ki “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.” İsrâ 108 Mealleri Karşılaştır Ve yekûlûne subhâne rabbinâ in kâne va’du rabbinâ le mef’ûlâmef’ûlen. وَيَقُولُونَ سُبْحَٰنَ رَبِّنَآ إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا “Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir” derler. İsrâ 109 Mealleri Karşılaştır Ve yahırrûne lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâhuşûan. وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا ۩ Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır. İsrâ 110 Mealleri Karşılaştır Kulid’ullâhe evid’ur rahmânrahmâne, eyyen mâ ted’û fe lehul esmâul husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâsebîlen. قُلِ ٱدْعُوا۟ ٱللَّهَ أَوِ ٱدْعُوا۟ ٱلرَّحْمَٰنَ ۖ أَيًّا مَّا تَدْعُوا۟ فَلَهُ ٱلْأَسْمَآءُ ٱلْحُسْنَىٰ ۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَٱبْتَغِ بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلًا De ki “Rabbinizi ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut. İsrâ 111 Mealleri Karşılaştır Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâtekbîren. وَقُلِ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُۥ شَرِيكٌ فِى ٱلْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُۥ وَلِىٌّ مِّنَ ٱلذُّلِّ ۖ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًۢا “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile yücelt.
Selam, evet arkadaşlar bu konu çok önemli bir konu kuran'a nasıl yaklaşmanız gerektiğini size gösterecek rehber konulardan birisi. Bak eğer gerçekten dürüstçe algılamak için araştırırsan emin ol çok acayip şeylere bizzat kendin şahit olacaksın, öylesine bir konu bu. Çünkü bu makaleden öğrendiklerin sana birçok konuda rehberlik edecek ve sen hiç kimseye ihtiyacın olmadan birçok şeyi yakalayacaksın, sonra heyecanla sağlamasını yapmak için başlıcaksın kurcalamaya. ilgili ayetlerin alayını bir kenara yığacaksın tek tek irdeleyeceksin emin ol şahit olacaksın lan. Ama bak en önemli nokta aldığınla kalmayacaksın bu seni ikna etmez böyle şahit olamazsın, kendin kuran ile sağlama yapman lazım, idrak etmen lazım. Çok zorlayacak noktalar gelecek karşına ama şunu asla unutmadığın zaman ne kadar basit olduğunu göreceksin; Sünnetullahın Allahın yasası olduğunu, bunda hiçbir değişim göremeyeceğimizi söylediğini beynine kazımalısın öncelikle. Çünkü bu, bu konuda inanılmaz önemli bir temel. Bunu bir an olsun unutttuğun an saçmalamaya başladığın andır. Şahsi önerim dünya ile iletişimini komple kopararak okuman yönünde. Her kelimeyi full konsantrasyonla kavrayarak ilerle ve gerçekte olanı gör. İnsanların ne tür bataklıklarda süründüklerini gör. Haydi kolay gelsin... MUCİZE KAVRAMI VE PEYGAMBERLERİN MUCİZELERİ Mucize Kavramı Mucizenin Şartları Muhammed Peygambere Verilen Ayet Muhammed Peygambere Atfedilen Mucizeler! İsa Peygambere Atfedilen Mucizeler! Musa Peygambere Atfedilen Mucizeler! Ateşte Yanmamak / İbrahim Peygamber MUCİZE KAVRAMI “Mucize”, Arapça’da Acz’ kökünden türemiş; İf’âl babından ismifâil, müfred müennes bir sözcük olup anlamı “aciz bırakan” demektir. Bununla “insan aklını ve kudretini aciz bırakan şey” kastedilir. Batı dillerine Latince miraculum’ sözcüğünden Le miracle’ olarak geçmiştir. “Harikulâde bir şey, fevkalâde olağanüstü bir hal” anlamına gelir. Peki evrende “Mucize” diye bir olay söz konusu olabilir mi? Bunu evrendeki olaylar açısından ele alalım DOĞADA DETERMİNİZM Determinizmde deney konusu olmayan esrarengiz hiçbir olay ve kuvvet yoktur. Evrende olaylar birbirini kovalarlar. Yani bir olay diğerini, o da başka birini meydana getirir. Evren bir olaylar zinciri olarak devam eder. Bir olayı meydana getiren yine başka bir olaydır, metafizik veya doğaüstü bir kuvvet değildir. Evrende her şeyin bir sebebi vardır. Sebepsiz bir şey olmaz. Her şeyin sebebi de yine kendi cinsinden başka bir olaydır. Birinci olaya SEBEP, ikinci olaya SONUÇ denilir. Sebep ile sonuç arasında matematiksel bir oran vardır. Sebep ortaya çıkınca, sonuç da ZORUNLU olarak meydana gelir. Eserde sebepten fazla bir şey bulunmaz. Bu kurala göre, evrende sıkı bir DETERMİNİZM hakim ise, yani her şey SEBEP-SONUÇ ilişkisinde ise, mucize diye bir şey olamaz. Kimi de bu konuya doğadaki imkan ve izafilik açısından yaklaşarak böyle şeylerin olabileceğini kabullenmiştir. 2-DOĞADA İMKAN CONTINGENCE Yukarıda görüldüğü gibi determinizmde zaruret zorunluluk vardı. Yani A olayı meydana geldiğinde mutlak surette, zorunlu olarak B olayının meydana gelmesi gerekmektedir. Örneğin su 100 dereceye kadarısıtılırsa, su mutlaka ve zorunlu olarak kaynar. İşte bu zorunluluğun zıddı, İMKAN = CONTINGENCE’ dir. Bu kanuna göre, A olayı meydana gelince B olayı meydana gelmeyebilir. XVIII. yüzyılda katı bir determinizm kabul görürken, çağımızda Leibniz, Emile Boutroux gibi bilim adamları tabiatta determinizmin değil, imkanın= contigence bulunduğunu ispatlamışlardır. Bergson, Guenat, Reinke, Driesch, canlılar dünyasında determinizmin bulunmadığını ileri sürerek VİTALİZM akımını oluşturmuşlar ve bu konudaki düşüncelerini ’Tabiat Kanunlarının İmkanı’ adlı eserlerinde toplamışlardır. Bu imkan = contingence prensiplerine göre, mucize veya doğal bir sebep olmadan; bir olayın, bir SONUCUN meydana gelmesi mümkündür. 2-DOĞADA İZAFİLİK Fizik, kimya, matematik gibi ilimlerin Mayer Prensibi, Newton kanunları, Kepler Prensipleri gibi temel kavramlarıyla, cansız maddeler üzerinde incelemeler yapılmış; bu prensiplerin mutlak doğru olduğu noktasından yola çıkılmış ve neticede determinizmin zorunluluğu kabul edilmişti. Oysa Fizik ve mekanik alanında meydana gelen yenilikler, katı determinizm bu anlayışını kökünden değiştirdi. Nitekim 1879-1958 yüksek matematikle ispat edilen İzafiyet Teorisiyle fizik, kimya ve matematikte büyük bir devrim yaptı. Bu teoriye göre Sabit kütle yoktur. Kütle cisimlerin hızına tabidir. Madde yoktur, enerji vardır. Evren N boyutludur, üç boyutlu değildir. Zaman ve mekan dışta objektif olarak yoktur. Bunlar cisimlerin hareketlerine ve görünüşlerine bağlıdır. Genel çekim bir kuvvet değil, mekanın eğriliğiyle açıklanan, evrenin geometrik bir özelliğidir. Bu durumda doğadaki izafiliğe göre mucizenin olabileceği düşünülebilir. Canlılar aleminde ise determinizmin yeri yok gibidir. Orada illet –eser, sebep–sonuç arasında zorunluluk yoktur. Her şey imkan = contingence çerçevesindedir. Etkiye eşit tepki hiç görülmez. Örneğin aynı şartlarda beslenen hayvanlar ve bitkiler, farklı farklı bünyeler alırlar. Din terminolojisinde ise Mucize, Peygamberlik iddiasında bulunan kişinin, bu davasının doğru olduğunu ispat için Allah’ın izin ve kudretiyle gösterdiği harikulâde olağanüstü, tabiat kanunlarına aykırı şeylerdir Mu’cizeye bir tanım getirildikten sonra Kelam bilginleri tarafından bunun şartları kuramsallaştırılmıştır. MUCİZENİN ŞARTLARI Mucize, onu gösteren kişinin kendi hüneri değildir. Kendisine Allah tarafından,görevini yapabilmesi, iddiasını ispat edebilmesi ve toplumu ikna edebilmesi için verilir Bir olayın mucize sayılabilmesi için Sebep ve illeti olmadan yapılmalıdır. determinizme aykırı olmalıdır. Mutlaka harikulâde olmalıdır. Peygamberlik iddiasındaki kişiden başkası yapamamalıdır. Ortaya çıkan olay kendisini yalanlamamalıdır. Amacına uygun olarak ortaya çıkmalıdır. Peygamberlik sürecinde olup daha evvelki hayatında olmamalıdır. Alenî olmalıdır. Yani herkesin gözü önünde olup herkes tarafından görülmelidir. İddiacının kendinden menkul olmamalıdır. Buraya kadar yaptığımız açıklamalar doğrultusunda peygamberlere verildiği kabul edilen mucizelere ! bir göz atalım. Tüm peygamberler ve onlara izafe edilen mucizeleri tek tek zikretmek konuyu çok uzatacağından çağımızda ümmetleri var olan Îsâ, Mûsâ ve Muhammed ve İbrahim izafe edilen mucizeleri Kur’ân’dan inceleyelim. Kur’an’da mucize sözcüğü geçmez. Kur’an’da “ayet alamet/gösterge” sözcüğü yer alır. Mü’m in; 78 78 – Ve ant olsun ki, Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir alamet/gösterge getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana 38 38- Ant olsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet nesil; oğlan- kız çocuklar verdik. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni olmadan herhangi bir alamet/gösterge getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır. Rabbimiz kendi varlığına, birliğine alamet/ işaret olan her varlığı ve olayı ayet diye ifade buyurmuştur. Muhammed verilen ayet alamet/ gösterge İslam öncesi toplumlarda mitolojik olayların nakli yaygındı. Mitolojide yarı tanrı birçok insan konu edilir. Rasülüllah geldiği zamanda da toplum ondan mitolojideki gibi, altından evinin olması, göğe çıkması, gökten bütünce bir kitap alıp gelmesi, beraberinde kendi inançlarındaki gibi bir melek olması, yememesi- içmemesi, altından ırmaklar fışkıran bağlarının- bahçelerinin olması, göğü tepelerine düşürmesi vs. gibi hünerler göstermesini beklediler ve istediler. Fakat bunlara Allah tarafından, Muhammed’in elçiliğine kanıt olarak sadece vahyin; Kur’an’ın yeteceği bildirildi. Ve her zaman Rasülüllah’ın elçiliğine kanıt olarak, sadece vahiy; Kur’an gösterildi. Necm; 1-4 Par ça parça inmiş ayetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki, arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. O, hevasından da konuşmuyor. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. Ya Sin; 1-6 Ya 10, Sin 60- Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri duyarsız bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Aziz [çok güçlü], Rahîm’in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur’an’a ant olsun ki sen, o elçilerdensin, hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. Ankebut; 50, 51 50- Ve onlar, “Ona Rabbinden alametler; göstergeler indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki “Alametler; göstergeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” 51- Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.’Rabbimiz “İndirilen yetmedi mi” buyrulurken, Allah’ın peygamberlere vahiy dışında bir gösterge vermediği yaratmadığı gerçeği de açıklanmaktadır. Aslında Musa Firavunun karşısına çıktığında da Firavun Musa’da kanıt istemiş, Allah’ da Musa’ya kanıt olarak birikimini ortaya koydurmuştur 30- O [Musa] “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” O [Firavun] “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” Bunun üzerine o [Musa], birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki o [Musa’nın birikimi], apaçık bir silip Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o [güç], izleyenlere çok mükemmel, hiç birçok ayetinde vahyin “kendisineA’raf; 103-108103. Sonra onların [o elçilerin/o toplumların] arkasından Mûsâ'yı alametlerimizle; göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, onlara alametlere; göstergelere zâlimlik ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!104, 105. Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında hakta n başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâil oğullarını gönder benimle” O Firavun, “Eğer bir alamet; gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğrulardan isen” Bunun üzerine o Mûsâ, birikimini ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir “SİLİP SÜPÜREN” kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusursuzca 31- 33 özgü” olduğu, vahyi kendisinden başka kimsenin yapamadığı- yapamayacağı gerçeğini ifade ediyor. Allah elçi seçer Hacc; 75, 7675, 76- Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da.. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah’a ilkası vahyetmek, Allah’a özgü bir iştir ve Allah ruhu dilediği kuluna ilka eder. Mü’min; 1515- O, dereceleri yükseltendir, Arş’ın sahibidir O, buluşma günü hakkında uyarmak için kendi emrinden/ kendi işinden olan ruhu [vahyi] kullarından dilediğine ilka eder [bırakır].İsra; 8585 - Ve sana ruhtan soruyorlar. De ki “Ruh Rabbimin emrindendir/ işindendir. Size ise az bilgiden başka, bir şey verilmemiştir.”Şura; 52, 5352, 53- İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola, göklerde ve yerde bulunanlar kendisi için olan O Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a 2- 72- 7- Apaçık/açıklayan Kitap’a yemin olsun ki, şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu, hikmetle dolu/sağlam her işin/oluşun kendisinde ayırt edildiği, mübarek [bolluklu] bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden; göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin Rabbinden -eğer kesin inanan kimseler iseniz- bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir. Bu ayetlere göre vahiy de ilk yaratma gibi Allah’a özgü bir hadisedir. Vahyin en büyük alamet; gösterge oluşu işte buradan gelir. Vahyin alametliğinin; göstergeliğinin nasıllığını, evrendeki kuramlarla anlamaya çalışmak havanda su dövmekten başka bir şey değildir. Allah’ın “bana özgü bir iştir” demediği her olayı ise bilimsel ilkelerle değerlendirmek gerekmektedir. İşte bu noktada durup düşünülmesi gerekiyor. Durum böyle olmasına rağmen, geçmiş ilahi kitapların tahrif edilmesi, Kur’an’ın yanlış anlaşılması sonucu, insanlar peygamberlere birçok olağanüstü nitelikleri izafe etmişlerdir. Öyle ki diğer peygamberlere izafe edilen mucizeler! bine katlanarak son nebi Muhammed adapte edilmiştir. Böylece son nebi ilahlar ilahı haline getirilmiştir. Bunları ibret-i alem için takdim ediyoruz MUHAMMED As’a izafe edilen sözde MUCİZELER ! Aşağıdaki yazılar, Mir’ât-ı Kâinat kitabından alınmıştır. Bu kitapta, mucizelerin ! çoğunun kaynakları da bildirilmiş ise de, biz bu kaynakları yazmadık. Mucizelerin çoğunu da kısaltarak yazdık. 1- Muhammed Aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğü Kur’ân-ı kerimdir. 2- Muhammed aleyhisselâmın meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, ayı ikiye ayırmasıdır. 3- Muhammed aleyhisselâm, bâzı gazâlarında, susuz kalındığı zaman, mübârek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üç yüz, bazen bin beş yüz, Tebuk gazâsında ise yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübârek elini sudan çıkarınca akması durmuştur. 4- Bir gün amcası Abbas’ın evine gidip, onu ve evlâdını yanına oturtup üzerlerine ihrâmı ile örterek “Ya Rabbî! Bu benim amcam ve babamın kardeşidir. Bunlar da benim ehl-i beytimdir. Şu örtümle onları örttüğüm gibi, sen de cehennem ateşinden kendilerini ört, koru!” buyurdu. Duvarlardan üç kere âmin sesi işitildi. 5- Bir gün kendisinden mucize isteyenlere karşı, uzaktaki bir ağacı çağırdı,. Ağaç, köklerini sürüyerek gelip selâm verip “eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh.” dedi. Sonra, gidip yerine dikildi. 6- Hayber gazâsında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında “Ya Rasülüllah! Beni yeme, ben zehirliyim.” sesi işitildi. 7- Bir gün, elinde put bulunan kimseye” Put bana söylerse, iman eder misin?” dedi. Adam, “ben buna elli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiçbir şey söylemedi. Sana nasıl söyler?” dedi. Muhammed As. “Ey put ben kimim?” deyince, “Sen Allah’ın peygamberisin.” sesi işitildi. Putun sahibi, hemen imana geldi. 8- Medine’de, mescitte dikili bir hurma kütüğü vardı. Rasülüllah hutbe okurken, buna dayanırdı. Buna Hannâne denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaât işittiler. Minberden inip, Hannâne’ye sarıldı. Sesi kesildi. “ Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı.” buyurdu. 9- Eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlayı tesbih ettikleri çok görülmüştür. 10- Bir kâfir gelip, senin peygamber olduğunu ben nereden bileyim? dedi. Rasülüllah, “Şu hurma ağacındaki salkımı çağırsam, oda gelse iman eder misin?” buyurdu. Kâfir, evet iman ederim, dedi. Rasülüllah hurma salkımını çağırdı, sıçrayarak geldi. Rasülüllah, “yerine git.” buyurdu. Ağaçtaki yerine çıkıp asıldı. Bunu gören kâfir iman etti 11- Mekke’de birkaç kurt bir sürüden koyun kapıp götürdüler. Çoban hücum edip, kurtardığında, kurtların birisi, Allahü teâlânın gönderdiği rızkımızı elimizden alırken, Allahü teâlâdan korkmadın mı? dedi. Çoban “Çok şaşırdım, kurt konuşur mu?” deyince, kurt “Bundan daha şaşılacak şeyi haber vereyim mi? Medine’de Allahü teâlânın peygamberi olan Muhammed as. mucizeler gösteriyor.” dedi. Çoban gelip bunu Rasülüllah’a anlattı ve Müslüman oldu. 12- Muhammed as. bir çayırda giderken, üç kere, “Ya Rasülallah!” sesini işitti. O tarafa bakıp, bağlı bir geyik gördü. Yanında bir adam uyuyordu. Geyiğe ne istediğini sordu. O da “Bu avcı beni avladı. Karşıki tepede iki yavrum var. Beni salıver! Gidip, onları emzirip geleyim.” dedi. Rasül as. “Sözünü tutar mısın, gelir misin?” dedi. “ Allahü teâla için söz veriyorum, gelmezsem Allahü teâlânın azabı benim üzerime olsun.” dedi. Rasülüllah geyiği bıraktı. Biraz sonra geldi. Rasülüllah onu bağladı. Adam uyanıp “Ya Rasülallah, bir emrin mi var? dedi. “Bu geyiği azat et!” buyurdu. Adam geyiğin ipini çözüp bıraktı. Geyik sevincinden iki ayağını yere vurup, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve enneke Rasülüllah” dedi ve gitti. 13- Bir gün bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim, dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. “Dünyaya gelmek ister misin? buyurdu. “Ya Rasülallah, dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslüman’ın âhreti, dünyasından daha iyi.” dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi. 14- Cabir bin Abdullah bir koyun pişirdi. Rasülüllah ashâbı ile yediler. “Kemiklerini kırmayınız!” buyurdu. Kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlâ koyunu diriltti. 15- Rasülüllah’a büyüdüğü halde hiç konuşmayan bir çocuk getirdiler. “ben kimim?” diye sordu. Sen Rasülüllahsın diye cevap verdi. Ölünceye kadar konuştu. 16- Bir kimse yılan yumurtasına basarak iki gözü kör oldu. Rasülüllah’a getirdiler. Mübârek tükürüğünden gözlerine sürmekle görmeye seksen yaşında olduğu halde, iğneye iplik geçirirdi. 17- Muhammed bin Hatib diyor ki Küçük idim. Üstüme kaynar su döküldü. Vücudum yandı. Babam beni Rasülüllah’a götürdü. Mübârek elleri ile tükürüğünü yanan yerlere sürdü ve duâ buyurdu. Hemen yanıklar iyi oldu. 18- Bir kadın, kel oğlunu getirdi. Rasülüllah, mübârek elleri ile başını sıvadı. Şifa buldu. Saçları uzamaya başladı. 19- Tirmizi ve Nesâî’nin Sünen kitaplarında diyor ki, iki gözü âma bir kimse gelip “Ya Rasülellah Allahü teâlâya duâ et, gözlerim açılsın.” Dedi. “Kusursuz bir abdest al. Sonra Ya Rabbi, sana yalvarıyorum. Sevgili peygamberin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak,senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselâm! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefâatçi eyle! Onun hürmetine duâmı kabul et!” duâsını okumasını söyledi. Adam, abdest alıp duâ etti. Hemen gözleri açıldı. 20- Ebu Talip ile bir çölde gidiyordu. Ebu Tâlib, çok susadığını söyledi. Rasülüllah, hayvandan yere inip, “Susadın mı?” buyurdu ve mübârek ayaklarının ökçesini yere vurdu. Su fışkırdı. “Amcam, bu sudan iç!” buyurdu. 21- Hudeybiye Gazâsında susuz bir kuyunun yanına kondular. Asker susuzluktan şikâyet etti. Bir kova su istedi, içinden abdest alıp kuyuya döktürdü. Bir ok alıp kuyuya attı. Kuyunun ağzına kadar su ile dolduğunu gördüler. 22- Bir gazâda, asker susuzluktan şikâyet etti. Rasülüllah, iki askeri su aramaya gönderdi. İki kırba dolusu su ile deve üstünde bir kadını gördüler, getirdiler. Rasülüllah, kadından bir miktar su istedi. Bir kap içine döktürdü. Bütün asker gelip sıra ile kaplarını, tulumlarını doldurdular. Kadına bir miktar hurma verip su tulumlarını da doldurdular. “Senin suyundan eksiltmedik. Bize suyu Allahü teâlâ verdi.” buyurdu. 23- Medine’de minberde hutbe okurken, bir kimse “ Ya Rasülellah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helâk oluyor. İmdadımıza yetiş!” dedi. Ellerini kaldırıp, duâ eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübârek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse “Ya Rasülellah! Yağmurdan helak olacağız!” deyince, Rasülüllah tebessüm etti ve “Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsân eyle!” buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü. 24- Câbir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Rasülüllah’a haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. “alacaklılarını çağır, gelsinler!” buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi. 25- Bir kadın hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek “Ya Rasülellah, hediyemi niçin kabul etmediniz? Acaba günahım nedir?” dedi. “Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir.” dedi. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Rasülüllah’a haber verdiler. “Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi.” buyurdu. 26- Ebu Hüreyre diyor ki Rasülüllah’a birkaç hurma getirdim. Bunlara bereket verilmesi için duâ etmesini söyledim. Bereketli olmaları için duâ buyurdu ve “Bunları al, kabına koy. Ondan almak istediğin zaman elinle içinden al, onları boşaltıp saçma!” buyurdu. Hurmaların bulunduğu çantamı gece gündüz yanımdan ayırmayıp Osman zamanına kadar hep yedim. Yanımdakilere de yedirdim ve avuç dolusu sadakalar verdim. Osman şehit olduğu gün çantam kayboldu. 27- Rasülüllah, Süleyman AS. gibi bütün hayvanların dilinden anlardı. Gelecek sahibinden veya başkalarından şikâyet eden hayvanlar çok görüldü. Rasülüllah bunu Ashâbı kirama haber verdi. Huneyn Gazâsında, binmiş olduğu “Düldül” ismindeki ak katıra, “Yere çök!” dedi. Düldül, hemen çökünce, yerden bir avuç kum alıp, kâfirlerin üzerine saçtı. 28- Rasülüllah’ın gaipten haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır. Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalpli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur. İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir. Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve âhrette olacak şeyleri bildirmesidir. Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan bir kaçı aşağıda bildirilmiştir. İslâm’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, ashâbı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Rasülüllah Mekke-i Mükerreme’de kalan ashâbı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış veriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi bütün içtimâî muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahitnâme yazarak, Ka’be-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ, Arza denilen bir çeşit kurdu ağaç kurdu o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan “ Bismikellahümme” ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtçuk yedi, bitirdi. Allahü teâla bu hâli Cibril-i emin vasıtasıyla Peygamberimize bildirdi. Peygamberimiz de bu hâli amcası Ebu Talib’e anlattı. Ertesi gün Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek “Muhammed’in Rabbi O’na şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mâni olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de O’nu artık himâye etmeyeceğim.” dedi. Kureyş’in ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Ka’be’ye geldiler. Ahitnâmeyi Ka’be’den indirerek açtılar ve Rasülüllah’ın buyurduğu gibi “Bismikellahümme” ibaresinden başka, bütün yazılanların silinmiş olduğunu gördüler. Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, “Bu gece, Kisra’nızı kendi oğlu öldürdü.” buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi. 29- Bir gün, zevcesi Hafsa’ya ,”Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır.” Buyurdu. Bu sözle Ebu Bekir’in ve Hafsa’nın babası Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi. 30- Ebu Hüreyre’yi Medine’de zekat olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Rasülüllah’a götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur, diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Rasülüllah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, “Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?” dedi. Ebu Hüreyre anlatınca, “Seni aldatmış. Yine gelecektir.” buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, Âyetel kürsi’yi okursan Allahü teâla seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz, dedi ve gitti. Ertesi gün, Rasülüllah, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca “Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Hayır bilmiyorum deyince, “O kimse şeytan idi.” buyurdu. 31-Rum imparatorunun orduları ile harp için Mûte denilen yere asker gönderdikte, sahâbeden dört emîrin arka arkaya şehît olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi. 32-Muaz bin Cebel’i vâli olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. “Seninle kıyamete kadar artık buluşamayız.” dedi. Muaz Yemende iken Rasülüllah Medine’de vefât etti. 33- Vefat ederken, kızı Fâtıma’ya, “Akrabam arasında bana evvelâ kavuşan sen olacaksın.” dedi. Altı ay sonra Fâtıma vefât etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefât etmedi. 34-Kays bin Şemmas’a “Güzel olarak yaşarsın ve şehît olarak ölürsün.” buyurdu. Ebu Bekir halife iken Yemame’de Müseylemet-ül- Kezzab ile yapılan muharebede şehît oldu. 35- Acem padişahı Kisra’nın ve Rum padişahı Kayser’in memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi. 36-Ümmetinden çok kimselerin denizden gazâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hirâm’ın o gazâda bulunacağını haber verdi. Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da berâber idi. Orada şehît oldu. 37-Rasülüllah bir gün yüksek bir yerde oturuyordu. Yanındakilere dönerek “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? Yemin ederim ki, evlerinizin arasında, sokaklarda meydana gelecek fitneleri görüyorum.” buyurdu. Osman’ın şehît edildiği günlerde ve sonra Yezit zamanında, Medine’de büyük fitneler meydana geldi. Sokaklarda çok kimselerin kanı döküldü. 38-Bir gün kendi zevcelerinden birinin halifeye karşı isyan edeceğini haber verdi. Âişe bu söze gülünce “Ya Humeyra! Bu sözümü unutma! Bu kadın sen olmayasın.” buyurdu. Sonra, Ali’ye dönüp. “Bunun işi senin eline düşerse, kendisine yumuşak davran!” dedi. Otuz sene sonra, Âişe, Ali ile harp etti ve ona esir düştü. Ali, O’nu ikram ve ihtiram ile Basra’dan Medine’ye gönderdi. 39- Muâviye, “Bir gün ümmetimin üzerine hâkim olursan iyilik yapanlara mükafat et! Kötülük edenleri de affeyle!” buyurdu. Muâviye, Osman zamanında Şam’da yirmi sene vâlilik, sonra yirmi sene de halifelik yaptı. 40-Bir gün, “Muâviye hiç mağlup olmaz.” buyurdu. Ali, Sıffîn muharebesinde, bu hadisi işitince, eğer önceden işitseydim, Muâviye ile harp etmezdim dedi. 41-Sa’d bin Muaz, Uhud gazâsında yaralandı. Bir zaman sonra vefat etti. Namazında yetmiş bin meleğin bulunduğunu Rasülüllah haber verdi. Kabri kazılırken, her tarafa misk kokusu yayıldı. 42-Kızı Fâtıma’nın oğlu Hasan için “Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır.” buyurdu. Büyük bir ordu ile Muâviye’ye karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muâviye’ye teslim etti. 43-Abdullah bin Zübeyr, Rasülüllah’ın hacâmat edilirken çıkan kanını içti. Bunu görünce “İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz.” Buyurdu. Abdullah bin Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan edince, Abdülmelik bin Mervân, Şam’dan Haccâc’ı büyük bir ordu ile Mekke’ye gönderdi. Abdullah’ı yakalayıp öldürdüler. 44- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir.” dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve Kâmet okuyup, mübârek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. “Halifelerin babasını al, götür!” dedi. Abbas bunu işitti ve gelip sorduğunda “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffâh, Mehdi ve İsâ aleyhisselâmla namaz kılan bir kimse bulunacaktır.” dedi. Abbasiye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbâs’ın soyundan oldu. 45-Bir gün, “Ümmetim arasında, râfızî denilen çok kimseler meydana gelecektir. Bunlar, İslâm dininden ayrılacaklardır.” buyurdu. 46-Ashâbından çok kimseye hayır duâlar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir. 47- Rasülüllah’ın cennete gideceklerini müjdelediği on kimseye Aşere-i mübeşşere’ denir. Bunlardan Sa’d bin ebi Vakkas’a Uhud gazâsında “ Ya Rabbi! Bunun oklarını hedeflerine ulaştır ve duâlarını kabul eyle!” dedi. Bundan sonra Sa’d’ın her duâsı kabul oldu. Ve her attığı ok düşmana isâbet etti. 48-Amcasının oğlu Abdullah bin Abbas’ın alnına mübârek ellerini koyup “Ya Rabbi! Bunu dinde derin ve âlim yap, hikmet sahibi eyle! Kur’ân’ı kerimin bilgilerini kendisine ihsan eyle!” buyurdu. Bundan sonra, bütün ilimlerde ve bil hasa tefsir,hadis ve fıkıh bilgilerinde zamanının bir tanesi oldu. Sahâbe ve tâbiîn her şeyi bundan öğrenirlerdi. “Tercüman-ül Kur’ân, Bahr-ül-ilm, ve Reîs-ül müfessirîn” isimleriyle meşhur oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleri ile doldu. 49-Hizmetçilerinden Enes bin Mâlik’e “Ya Rabbî! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle. Günahlarını affeyle!” duâsını yaptı. Zaman geçtikçe malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyade çocuğu oldu. Yüz on sene yaşadı.. ömrünün sonunda . “ Ya Rabbî! Habibinin benim için yaptığı duâlardan üçünü kabul ettin, ihsan ettin! Dördüncüsü olan günahların affedilmesi acabâ nasıl olacak!” deyince . “Dördüncüsünü de kabul ettim. Hatırını hoş tut!” sesini işitti. 50-Mâlik bin Rebia’ya “Evlâdın bereketli olsun! diyerek duâ buyurdu. Seksen oğlu oldu. 51-Nâbiga ismindeki meşhur şâir, şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar arasında meşhur olan, “ allahü teâlâ dişlerini dökmesin!” duâsını söyledi. Nâbiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu. 52- Urve bin Cu’d için “Ya Rabbi! Bunun ticaretine bereket ver!” buyurdu. Urve diyor ki, bundan sonra yaptığım ticaretlerin hepsi kârlı oldu. Hiç zarar etmedim. 53-Kendi kızı Fâtıma, bir gün yanına geldi. Açlıktan benzi sararmıştı. Elini onun göğsüne koyup “Ey açları doyuran Rabbim! Muhammed’in kızı Fâtıma’yı aç bırakma!” buyurdu. Fâtıma’nın yüzü hemen kanlandı, canlandı. Ölünceye kadar hiç açlık duymadı. 54- Aşere-i mübeşşereden Abdürrahman bin Avf’a bereket ile duâ etti. Malı o kadar çoğaldı ki, dillerde destân oldu. 55- “Her peygamberin duâsı kabul olur. Her peygamber, ümmeti için dünyada dua etti. Ben ise, kıyamet günü ümmetime şefâat izni verilmesi için duâ ediyorum. İnşaallah duâm kabul olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefâat edeceğim.” buyurdu. 56- Mekke’de bâzı köylere gidip iman etmeleri için çok uğraştı. Kabul etmediler. Yusuf Peygamber zamanında Mısır’da görülen kıtlık gibi sıkıntı çekmeleri için duâ etti. O sene oralarda öyle kıtlık oldu ki, leş yediler. 57- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Rasülüllah’ın damadı olduğu halde, Rasülüllah’a iman etmedi ve O serveri çok üzdü. Mübârek kızı Ümmü Gülsüm Hatunu boşadı. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp “Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini Mûsâllat et!” buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı. 58-Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. “sağ elinle ye!” buyurdu. Sağ kolum hareket etmiyor, diyerek yalan söyledi. “Sağ elin artık hareket etmesin!” buyurdu. Ölünceye kadar sağ elini ağzına götüremez oldu. 59- Acem Padişahı Husrev Perviz’e iman etmesi için mektup gönderdi. Ancak Husrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehît eyledi. Rasülüllah bunu işitince, çok üzüldü ve “Ya Rabbî! Benim mektubumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!” buyurdu. Rasülüllah hayatta iken Husrev’i oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Ömer halife iken, Acem memleketinin tamamını Müslümanlar fethedip, Husrev’in nesli de mülkü de kalmadı. 60-Rasülüllah, çarşıda emr-i mâruf ve nehy-i münker ederken, nasihat verirken, Mervan’ın babası olan Hakem bin Âs ismindeki alçak, Rasülüllah’ın arkasından gelerek, gözlerini açıp kapar ve yüzünü buruşturur, böylece alay ederdi. Rasülüllah, arkaya dönüp, onun bu çirkin hâlini görünce “Kendini gösterdiğin şekilde kal!” buyurdu. Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı. 61-Allahü teâlâ habibini belalardan korurdu. Ebu Cehl, Rasülüllah’ın en büyük düşmanı idi. Büyük bir taşı başına vurmak için kaldırdıkta, Rasülüllah’ın iki omzunda birer yılan görerek taş elinden düştü ve kaçtı. 62-Ka’be-i Muazzama yanında namaz kılarken, yine alçak Ebu Cehl, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde “ Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Bir çok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı.” Bunu Müslümanlar işitip Rasülüllah’a sorduklarında “ Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı.” buyurdu. 63-Hicretin üçüncü senesinde, Rasüllüllah Katfân gazâsında, bir ağaç dibinde yalnız yatarken, Da’sur isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılıçla gelip. “Seni benden kim kurtarır?” dedi. Rasülüllah Allah kurtarır.” Dedikte, Cebrail ismindeki melek, insan şeklinde görünüp, kâfirin göğsüne vurdu. Yıkılıp kılıç elinden düştü. Rasülüllah, kılıcı eline alıp “seni benden kim kurtarır?” dedi. “beni kurtaracak senden daha hayırlı kimse yoktur.” diye yalvardı. Af buyurup, serbest bıraktı. İmana gelip, çok kimselerin de imana gelmesine sebep oldu. 64- Hicretin dördüncü senesinde, Beni Nadir’de Rasülüllah, Yahudilerin kale duvarları altında Ashâbı ile konuşurken, bir Yahudî büyük bir değirmen taşını yukarıdan atmak istedi. Taşa elini uzatınca, iki eli çolak oldu. 65-Hicretin dokuzuncu senesinde uzaklardan akın akın gelip iman ediyorlardı. Âmir ile Erbed isminde iki kâfir, gelenler arasına katıldı. Âmir Rasülüllaha imana geldiklerini söylerken Erbed, arkaya geçip kılıcını kınından çıkarmak istedi. Eli tutmaz oldu. Âmir, karşıdan ne duruyorsun? diye işaret edince, Rasülüllah “Allahü teâlâ, ikinizin zararından beni korudu.” buyurdu. Oradan ayrıldıklarında, Âmir, Erbed’e “Niçin sözünde durmadın?” dedi. O da“Kaç kere kılıcı çekmek istedim. Hep seni ikimizin arasında gördüm.” dedi. Birkaç gün sonra hava açıkken ansızın bulutlar kapladı. Erbed’e yıldırım düşerek devesi ile birlikte öldü. 66- Rasülüllah bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu. 67-Rasülüllah gazâlarda ve çöllerde, kendini muhafaza için ashâbdan bekçiler ayırmıştı. Mâide suresindeki “Allah seni insanların zararından korur.” Meâlindeki 67. âyeti kerime gelince, bundan vazgeçti. Düşmanlar arasında yalnız dolaşır, yalnız yatar, hiç korkmazdı. 68- Enes bin Mâlik’te, Rasülüllah’ın bir mendili vardı. Bununla mübârek yüzünü silmişti. Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zaman, ateşe bırakırdı. Kirler yanıp, mendil yanmaz, tertemiz olurdu. 69- Bir kuyunun suyunu kova içinden içip kalanını kuyuya döktüler. Kuyudan her zaman misk kokusu çıkardı. 70- Utbe bin Firkad’in bedeninde kurdeşen denilen hastalık çıktı. Rasülüllah, onu soyup ve kendi mübârek ellerine tükürüp, elleriyle gövdesini sıvadı. Hasta şifa buldu. Bedeni, misk gibi kokardı. Bu hal uzun zaman devam etti. 71-Selmân-ı Fârisî, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Benî Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vâdi-ül Kurâ denilen mevkide hainlik edip bir Yahudi’ye köle diye sattılar. Bu da akrabası, Medineli bir Yahudi’ye köle olarak sattı. Hicrette Rasülüllah’ın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü, kendisi Nasrânî âlimdi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, âhir zaman peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Rasülüllah’ın vasıflarını öğretmiş, O’nun hediye kabul edip sadaka kabul etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisî, Rasülüllah’a sadakadır diyerek hurma getirdi. Rasülüllah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmi beş kadar hurma getirdi. Rasülüllah ondan yedi. Bütün Ashâb-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Rasülüllah’ın bu mucizesini de gördü. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Rasülüllah, bunu anlayıp mübârek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen imana geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile bin altı yüz dirhem altın ödemek şartı ile âzât edilmesine söz kesildi. Rasülüllah bunu işitti. Mübârek elleri ile iki yüz doksan dokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye başladı. Birini Ömer dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Rasülüllah, bunu çıkarıp mübârek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazâda, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selmân’a verdiler. Rasülüllah’a gelip bu gâyet azdır, bin altı yüz gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selmân’a verdi. Bunu sahibine götür dedi. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da Selmân’a kaldı. 72- Rasülüllah, namaz kılarken şeytan gelip namazını bozmak istedikte, mübârek elleri ile yakaladı. Bir daha gelip namazı bozdurmayacağına dair ondan söz alıp serbest bıraktı. 73- Medine’de münafıkların reîsi olan Abdullah bin Übey bin Selül, öleceğine yakın Rasülüllah’ı çağırdı Arkanızdaki gömleği bana kefen yapınız, diye yalvardı. Her istenileni vermek âdeti olduğu için, gömleğini ihsan eyledi. Cenaze namazını dahi kıldı. Medine’de bulunan bin münafık, Rasülüllah’ın bu ihsanına hayran kalıp, hepsi imana geldiler. 74-Kureyş kâfirlerinden Velîd bin Muğire , Âs bin Vâil, Hâris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalb, Rasülüllah’a cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrâil gelip, “Seninle alay edenlere cezâlarını veririz ...” meâlindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velid’in ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. Âs’ın ökçesine diken battı. Tulum gibi şişti. Haris’in burnundan devamlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, âmâ olup, hepsi helak oldular. 75- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana davet için Rasülüllah’tan bir alâmet istedi. “Ya Rabbî! Buna bir âyet ihsan eyle.” buyurdu. Tufeyl kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nûr parladı. Tufeyl, Ya Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bâzısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler, dedi. Duâsı kabul olup nûr yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana geldiler. 76- Medine’de Beni Neccâr kabilesinden hüsn-ü cemal sahibi bir kadın vardı. Bir cinni buna âşık olup, dâima gelirdi. Rasülüllah Medine’ye geldikten sonra, bir gün bu cinnî, kadının evinin önündeki duvarda otururken, kadın onu tanıdı. “Niçin bana gelmez oldun?” dedi. Cin, Allahü teâlânın peygamberi zinayı ve bütün haramları yasak etti, dedi. 77-Bi’r-i Mâûne denilen muharebede kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş sahâbeyi şehît arasında Ebu Bekir’in kölesi iken âzât ettiği ve ilk iman edenlerden Âmir bin Füheyre’yi süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, melekler onu göğe kaldırdılar. Bunu Rasülüllah’a haber verdiklerinde. “Onu cennet melekleri defnettiler ve ruhu cennete çıkarıldı.” buyurdu. 78-Sahâbeden Hubeyb bin Adiy’yi kâfirler yakalayıp Mekke’ye götürdüler, idam ettiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diye sehpadan indirmediler.. Kırk gün sehpada kaldı. Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep taze kan bunu haber alıp onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvam ve Mikdâd bin Esved’i gönderip gece ağaçtan aldılar. Medine’ye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetiştiler. Bu iki Müslüman, kendilerini korumak için Hubeyb’i yere bıraktılar. Yer yarılıp Hubeyb kayboldu. Kâfirler bu hali görüp döndüler, gittiler. 79-Hicretin yedinci senesinde Rasülüllah, Habeş Padişâhı Necâşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’e ve Acem padişâhı Husrev’e ve Bizans’ın Mısır’daki vâlisi Mukavkas’a ve Şam’daki vâlisi Hâris’e ve Umman sultânı Semâme’ye mektuplar göndererek, hepsini imana dâvet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar. 80-Sahâbenin büyüklerinden Zeyd bin Hârise uzak bir yere gidiyordu. Kira ile tuttuğu katırcısı, tenha bir yerde bunu öldürmek istedi. İzin isteyip iki rekat namaz kıldı. Sonra üç kere “ Ya Erhamerrahimin” dedi. Her birini söylerken “ Onu öldürme!” sesi geldi. Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri girdi. Üçüncüsünde, elinde kılıç bulunan bir süvari içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyd’e dönerek “ Sen Ya Erhamerrahimin” duâsına başlarken, ben yedinci gökte idim. İkincisini söylerken birinci göğe yetişti. Üçüncüsünde yanınıza geldim, dedi. Bunun melek olduğunu anladı. 81- Rasülüllah’ın zevcelerinden Ümmü Seleme’nin âzât ettiği Sefine ismindeki sahabe, Rasülüllahın hizmetinden hiç ayrılmazdı. Rumlara karşı yapılan gazâda askerden ayrılıp kâfirlere esir düştü. Kaçıp gelirken karşısına korkunç bir aslan çıktı. Ben Rasülüllah’ın hizmetçisiyim deyip başından geçenleri aslana anlattı. Aslan buna yüzünü gözünü sürüp yanında yürüdü. Düşmanlardan bir zarar gelmesin diye yanından askeri görülünce dönüp gitti. 82- Cehcâhi Gaffari isminde birisi halife Osman’a isyan etti. Rasülüllah’ın her zaman elinde taşıdığı âsâyı dizi ile kırdı. Bir sene sonra dizinde şir pençe hastalığı hâsıl olarak ölümüne sebep oldu. 83- Muâviye Şam’dan hacca gelip, Rasülüllah’ın Medine’deki minberi şerifini bereketlendirmek için Şam’a götürmek istedi. Minberi yerinden oynattıklarında, güneş tutuldu. Her taraf kararıp, yıldızlar göründü. Bu arzusundan vazgeçti. 84-Uhud Gazâsında Ebu Katâde’nin bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü. Rasülüllah’a getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup, “Ya Rabbi! Gözünü güzel eyle!” dedi. Bu gözü diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü. Ebu Katâde’nin torunlarından biri halife Ömer bin Abdülaziz’in yanına gelmişti. “Sen kimsin?” dedi. Bir beyit okuyarak, Rasülüllah’ın mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halife bu beyitleri işitince, kendisine ziyâde ikramda ve ihsanda bulundu. 85- Iyas bin Seleme diyor ki Hayber Gazâsında, Rasülüllah beni gönderip Ali’yi istedi. Ali’nin gözleri ağrıyordu. Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp Ali’nin gözlerine sürdü. Sancağı eline verip Hayber kapısında dövüşmeye gönderdi. Çok zamandır açılamayan kapıyı Ali yerinden söktü ve Ashâb-ı kiram kaleye girdi. Görülüyor ki peygamberler yarıştırılıyor. Futbol fanatikleri gibi “En büyük takım benim takım, en büyük peygamber benim peygamberim!” Peygamberimize yukarıda saydıklarımızın dışında daha binlerce mucize ! uyarladılar. Hepsi de ifrat ölçülerindedir. Ciltlerce kitap yazdılar, roman gibi hayal ürünlerini ortaya koydular. Bunlardan, kayda değerlerinin bir listesini veriyoruz. İlgilenenler bakabilirler. Huccetüllahi alel âlemin/ İsmâil ibn Yûsuf Nebhânî Delâil-ün Nübüvvet /Hâfız Ebu Bekr el-Beyhâkî Delâil-ün Nübüvvet /Hâfız Ebu Nuaym el Asbhânî A’lâm-ün Nübüvvet /İmam Ebu-l hasan el Mâverdî El vefa Fi fadâil-i Mustafâ/ Ebul Ferec İbn el Cevzî Şeref-ül Mustafâ / Ebu Sa’d en Nisâburî Eş Şifâ /imam el Kâdı İyâd El Mevâhib-ü Ledünniye /İmam el Kastalânî Es-Siyret-ün Nebeviyye / Seyyid Ahmed Dahlân Yukarıda Rasülüllah’a vahyedilen Kitap’ın ayet alâmet; gösterge olarak yeteceği belirtilmesine rağmen maalesef bu uydurmalar yapılmıştır. Kur’ân alamet; göstergelerin EN BÜYÜĞÜ olmasına rağmen bunu kavrayamayan güdük akıllılar, mucize ! uydurarak, hatta ifrat boyutunda, İLAHİ SIFATLARI Rasülüllah’a yakıştırarak sapıklığa düşmüşlerdir. Kur’ânı kerim, EDEBÎ SANATLAR, İÇERDİĞİ KONULAR, YENİ YENİ ANLAYABİLDİĞİMİZ FİZİK, KİMYA, BİYOLOJİ ve ASTRONOMİ konusunda verdiği bilgiler yönüyle başlı başına birer alamet; göstergedir. Bu nedenle sürekli insanlığa SİZDE ONUN BİR MİSLİNİ, BİR SURESİNİ, BİR ÂYETİNİ GETİRMEYE ÇALIŞSANIZ DA GETİREMEZSİNİZ’ diye meydan okumaktadır. Bu meydan okuyuşları, Bakara;23, İsra 88, Yunus 54, Hud 13, Tur 33,34’te görebiliriz. Bu meydan okuyuş on beş asırdır devam etmekte ve kıyamete kadar da devam edecektir. Kur’ânı kerim, ilk inişinden bu güne kadar ve gelecekte de trilyonlarca insanı etkileyecek özelliğiyle ayetlerin alâmetlerin; göstergelerin EN BÜYÜĞÜDÜR. İSA’NIN MUCİZELERİ ! Bilindiği üzere İsa peygamber ile ilgili de Müslümanlar ona beşikteyken konuşması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma kör olanları sağlamlar gibi gördürür hale getirmesi, bir cilt hastalığı olan Baras illetini iyi etmesi, kavminin yedikleri veya yemek üzere sakladıkları şeyleri haber vermesi, babasız doğması, Allah'ın kutsal kitaplarını, Tevrat'ı, İncil'i ve Kur’an'ı bilmesi, çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp, nefesiyle canlandırıp uçurması, kendisinden sonra gelecek kutlu insanı, Peygamberimiz Muhammed As’ı haber vermesi gibi mucizeler atfederler. ! Hıristiyanlar da onun suyu şaraba çevirmesi, fırtınayı durdurması hastalara şifa vermesi, körleri iyileştirmesi, felçlileri, cüzamlıları iyileştirmesi, cinleri çıkarması kovması, gelecekten haber vermesi, suretinin, şeklinin değişmesi, yiyecek ve içeceği artırması, malı bereketlendirmesi gibi mucizeleri olduğunukabul ederler. Biz Hıristiyanların Kitaplarında Matta 823-27, Yuhanna 21-11,Matta 814-15, Yuhanna 91-41, Luka 517- 46, Markos 1046-52,Luka 1711-19, Markos 439. yer alan ifadelerin tahlilini yine Hıristiyanlara bırakarak, Kur’an’da İsa peygamberin mucizelerine malzeme yapılan ayetleri tahlil ediyoruz Âl-i İmran; 45-51 45-46Hani bir zaman haberci ayetler “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünya ve ahrette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardan ve salihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. 48Ve Allah, ona kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrat ile İncil’i öğretecek. 49-51Ve onu İsrail oğullarına; Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan tütsülük” tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge Tevrat’tan sadece İncil’de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi. Maide; 110 110Hani Allah demişti ki “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Allah'ın vahyi ile güçlendirmiştim. Yüksek mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara konuşuyordun. Hani sana Kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. İsa peygambere atfedilen mucizelerin kaynağı işte bu ayetlerdir. Aslında bu ayetlerde Rabbimizin elçi yetiştirmesi konu edilmektedir. Bu konu işlenirken de bir zamanlar, elçi Zekeriya ile Meryem’e iletilen mesajların içeriği açıklanmaktadır. Burada da konu edilen melekler; 42, 43. ayetlerde olduğu gibi, o vahiyler, meleklerin dedikleri de o vahiylerdeki mesajlardır. Burada intak konuşturma; dile getirme sanatı ile anlatım yapılmaktadır. Aslında bu mesajlar, Zekeriya’ya vahyedilmiş, Zekeriya da Meryem’e iletmiştir. Ahzab; 30- 34. ayetlerde de Rasülüllah vasıtasıyla Peygamber kadınlarına hitap edildiğini göreceğiz. Kırk altıncı ayette İsa ile ilgili “Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da.” bilgisi verilmektedir. Bu noktanın iyi anlaşılması için, Meryem suresi için yaptığımız bir tahlili burada naklediyoruz İsa’nın ölüleri diriltmesi Bu paragrafta İsa’nın İsrail oğullarına “ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim” diyeceği, İsa doğmadan evvel Meryem’e bildirilmiştir. Burada İsa’nın ölüleri diriltmesi, gerçek anlamda anlaşılarak bu konuda birçok menkıbe ortaya atılmıştır. Bunları burada nakli gereksiz görüyoruz. Hâlbuki Kur’an’a baktığımız zaman birçok ayette Neml; 80, Fatır; 22, En’am; 122 “ölü” ifadesini, gerçek ölü anlamında değil de “yaşayan ölü manevi açıdan ölü” anlamında kullanıldığını görüyoruz. Bu ayetlerdeki “ölü” ifadesi, görüldüğü gibi, manevi açıdan ölü; şirke ve küfre batmış, akıl ve vicdanını yitirmiş kimseler için kullanılmıştır. Bu arada Kur’an’ın bu ölüleri diriltmek için gönderildiğini ve ruh olduğunu da hatırlamalıyız Şura; 52 52,53İşte böylece Biz sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner. Bu bilgilerden sonra şimdi şu ayete ve altı çizili ifadeye dikkat etmeliyiz Enfal; 24 24Ey iman etmiş kimseler! Elçi sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye karşılık verin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. Demek oluyor ki İsa peygamberin getirdiği, topluma ulaştırdığı vahiyler de manevi hayatın kaynağıdır, manen ölü olan insanların dirilmelerini temin etmiştir. İsa’nın hastaları iyileştirmesi Ayetlerdeki “ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran biiznillâhi, ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâhi, ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum.” ifadeleri “Ben, size çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yaparım, içine üflerim; Allah'ın izniyle hemen bir kuş olur. Yine Allah'ın izniyle, anadan doğma körü ve abraşı iyi eder, ölüleri diriltirim ve size evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi haber veririm.” Şeklinde çevrilerek İsa peygamber için söz konusu mucizeler oluşturulmaktadır. Hâlbuki metne ve teknik bilgilere, kurallara sadakatle çevrildiği zaman, ifadenin anlamının “Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan tütsülük” tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm” şeklinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada İsa peygamberin İsrail oğullarına gönderilişi ve gönderiliş nedenleri açıklanıyor. Musa ve Harun peygamberler, hem İsrail oğullarına vahyi, tevhidi öğretmek hem de İsrail oğullarını Mısır’daki esaretten kurtarmak için gönderilmişlerdi. Buradaki pasajda İsa peygamberin vahyi tebliğ etmesiyle birlikte İsrail oğullarını salgın halde kuşatmış olan hastalıklardan kurtarmak, onlara karşı önceden önlem almak ve onlara rahat bir geçim sağlatmak için; koruyucu hekimlik, göz hekimliği, cilt hekimliği ve sağlıklı gıda tüketimi ve konserve, turşu, pekmez, salamura yapımı, arpa, buğday, kuru bakliyat stoklaması ve bunların nem ve haşereden korunmasının öğretilmesi gibi görevlerle gönderildiği özet olarak açıklanmaktadır. Bizim "şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; "buhurdan tütsülük" tasarlarım" diye çevirdiğimiz ayetteki "tasarlarım" fiilinin tümleci ayetin orijinalinde yer almamış bu paragrafın söz akışı içinde okurun takdirine bırakılmıştır. Ayette "kuş figürü", " kuş maketi" yaparım denilmeyip "kuş şekli, kuş figürü, kuş maketi gibi bir şey" yaparım denilmektedir. Ki burada İsa’nın kuş şeklinde kilden buhurdanlık yapıp, içerisine koyduğu baharata üfleyerek, çıkan duman ve koku ile göz hastalığı neden olan sivrisinek, karasinek gibi böcekleri çevreden uzaklaştırdığı açıklanmaktadır. Bu gün mevcut olan seramik buhurdanların çoğunun kuş şeklinde olduğu aşikârdır. Yine ayette "feyekünü oluverir" fiilinin öznesi de yer almamış bu da söz akışından anlaşılmaya bırakılmıştır. Ayetlerin lâfzî manalarından anlaşılan bu gerçekler yakın zamanda deşifre edilen Esseniler´e ait Kumran yazıtlarıyla da teyit edilmektedir. Anlaşılan o ki, İsa doğduğu toplumdan ayrılmış, Esseniler arasında tıp ve gıda üretim ve korunmasına yönelik eğitim almış ve olgunluk çağında İsrail oğullarına peygamber olarak gönderilmiştir.[1] Kuş yaratma ! Bu alametin; göstergenin ne olduğunu anlayabilmek için de “halk” fiilinin anlamını doğru bilmek gerekmektedir. “ الخلقHalk” fiili Bu sözcük ile ilgili şu bilgiler verilmektedir “ خلقHalk” sözcüğünün esas anlamı “takdir, ayarlama, ölçülendirme, biçimlendirmedir. Arap dilinde, örneksiz olarak, taklit olmayarak yapmaktır. Ebubekir ibn el Enbari “Halk” sözcüğü Arap dilinde, inşa ve “takdir” anlamlarında olmak üzere iki vecihte/şekilde kullanılır” der.[2] Kur’an’a baktığımızda da “halk” fiilinin, birçok ayette örneğin; Bakara; 21, 29, Fecr; 8, Mü'minûn; 14, Şuara; 137, Ankebût; 17, Sâd; 7 “takdir etme, biçimlendirme, ayarlama, şekil verme, uydurma; oluşturma” anlamlarında olduğunu görmekteyiz. İsa'nın “Allah'ın izniyle” demesi, onun bir ilâh olduğuna inanan kimselerin, bu yanılgılarını ortadan kaldırmak içindir.. İsa’nın şifacılığı ve zahireciliği Gaybı bilmesi Ayetler metne sadakatle çevrildiği zaman görülecektir ki burada İSA peygamberin İsrail oğullarına gönderilişi ve gönderiliş nedenleri açıklanıyor. Musa ve Harun peygamberler, hem İsrail oğullarına vahyi, tevhidi öğretmek hem de onları Mısırdaki esaretten kurtarmak için gönderilmişlerdi. Buradaki pasajda İsa peygamberin vahyi tebliğ etmesiyle birlikte İsrail oğullarını salgın halde kuşatmış olan hastalıklardan kurtarmak, onlara karşı önceden önlem almak ve onlara rahat bir geçim sağlamak için; koruyucu hekimlik, göz hekimliği cilt hekimliği ve sağlıklı gıda tüketimi ve konserve, turşu, pekmez, salamura yapımı, arpa, buğday, kuru bakliyat stoklaması ve bunların nem ve haşereden korunmasının öğretilmesi gibi görevlerle gönderildiği özet olarak açıklanmaktadır. Ayetlerin lâfzî manalarından anlaşılan bu gerçekler yakın zamanda deşifre edilen Esseniler’e ait Kumran yazıtlarıyla da teyit edilmektedir.[3] Ayetteki “Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim” ifadesiyle de Yahudilerin kendi kendine haramlaştırdığı şeyleri ortadan kaldıracağını, işin doğrusunu ortaya koyacağını ifade etmektedir. Bunu iki açıdan ele alabiliriz — Dikkat edilirse burada “Tevrat’ta size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim” dememiştir. İfadede “Tevrat’ta” ifadesi yoktur. Bu demektir ki İsrail oğullarının haramlaştırdıkları şeyler kendi ileri gelenlerinin haramlaştırdığı şeylerdir. Burada Tevrat’tan hüküm kaldırma vs. gibi bir şey söz konusu değildir. — Normalde haram olmamasına rağmen İsrail oğullarına ceza olsun diye konulmuş yasakların varlığı da bir gerçektir. İsa peygamber ile bu cezalar ortadan kalkmaktadır. Nisa; 160, 161 160,161Sonra da Yahudileşen kimselerden olan haksız davranışlar, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazanç sağlamaları] ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve Yahudileşenlerden Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. Bu konu İsa peygamberin hayatını anlatan kaynaklarda yer alır. İsa da İncil’de, Tevrat’taki konulardan İncil’de yer alanları tasdik etmiş, gerisini toz, kir kabul edip silip atmıştır. Matta/ 5; 17 17Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Matta/ 23; 1-7 Bundan sonra İsa halka ve öğrencilerine şöyle seslendi Din bilginleri ve Ferisiler, Musa'nın kürsüsünde otururlar. Bu nedenle size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da, kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin, muskalarını büyük, giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar. 6Şölenlerde başköşeye, havralarda en seçkin yerlere kurulmaya bayılırlar. Meydanlarda selamlanmaktan ve insanların kendilerini `Rabbi' diye çağırmalarından zevk duyarlar. Rabbimiz, Rasülüllah aracılığı ile de Yahudilerin kendilerine yasakladıklarını ve onlara konulmuş cezaları kaldırmıştır. A’raf; 157 156,157Allah diyor ki “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve ayetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o Anakentli/Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, ona iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” İsa As’ın kendisinden sonraki elçiyi müjdelemesi, kendisine yapılan vahiy ile ve babasız babasız olsa da yine meni ve yumurta ile dünyaya gelmesi de Allah’ın bir ayetidir. Bu durumda İsa peygamberin de vahiy alma; kendisine kitap indirilmesinin dışında bir sergilediği bir mucize yoktur. Bunlar da zaten Allah’a ait mucizelerdir. MÛSÂ’YA VERİLEN MUCİZELER ! Mûsâ’ya Kur’ân’da dokuz tane ayet; alamet, gösterge verildiği bildirilir. İsra; 101Ve ant olsun Biz Musa’ya apaçık dokuz ayet/ alamet; gösterge verdik -işte İsrail oğullarına soruver-. Hani o [Musa], kendilerine geldi de Firavun ona “Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu kesinlikle biliyorum” 12Ve koynundaki gücünü devreye sok; dokuz ayet/ alamet; gösterge içinde Firavun’a ve onun kavmine hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır Klasik anlayışta bu “dokuz ayet”, dokuz mucize olarak ele alınır. Ve bunların, kayadan su çıkarma, asanın yılan- ejderha olması, elinin ışık saçması, tufan, bit salgını, kurbağa, çekirge istilası, suyun kana dönmesi ve denizin yarılması olarak sayılır. Halbuki Musa ile ilgili kıssalarda İsrail oğullarına uyarı amaçlı yapılan, tufan, bit salgını, kurbağa, çekirge istilası, suyun kana dönmesi gibi cezai gösterimlerin dokuzdan pek çok olduğu görülmektedir. Onlar, Rabbimizin uyarı amaçlı cezadan bir nebze tattırmasından başka bir şey değildir. Musa’nın elçiliğine kanıt olmakla alakası yoktur. Rum; 4141- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. O zaman bu “dokuz ayet” ifadesini nasıl anlayacağız sorusu ortaya çıkmaktadır. Bunun cevabı şudur Burada konu edilen “dokuz” sayısını çokluktan kinaye olarak anlamak da mümkün olduğu gibi, Musa’nın şeriatındaki ünlü “on emir” ilkesinin dokuz ayet Tevrat cümlesi içinde verilmişliği de anlaşılabilir. PROF DR. BAKİ ADAM'IN DOKTORA TEZİ OLAN "YAHUDİ KAYNAKLARINA GÖRE TEVRAT" İSİMLİ SEBA YAYINLARI ARASINDA 1997 YILINDA ÇIKAN KİTABIN 104. SAYFASINDA ŞÖYLE YAZAR. "Yahudi Tevrat'ında iki ayrı emir cümlesi halinde zikredilen "Karşımda başka ilahların olmayacak" ifadesi ile "Kendin için oyma put yapmayacaksın" ifadesini Samiri Tevrat'ı tek emir cümlesi halinde toplamıştır. Böylece, "Komşunun evine tamah etmeyeceksin " de dahil, emirlerin sayısı, Yahudi nüshasında on, Samiri nüshasında ise dokuzdur. Rasülüllah’a verilen peygamberlik göstergesinden sonra şimdi Musa peygambere verildiği kabul edilen mucizeleri ! Kur’an ile tahlil edelim. Asa mucizesi ! Kur’an’da Musa ile ilgili pasajlarda asadan söz edilir. Pasajlarda geçen bu sözcük, Musa’nın elindeki “baston” olarak kabul edilir ve bu asanın, yılana, ejderhaya dönüşmesi, sihirbazların değneklerini, iplerini yutması, denizi yarması, kayadan su çıkarması gibi hünerleri nakledilir. Şimdi bu asanın ne olduğunu tahlil edelim. ASA Kur’an’daki Musa kıssalarını doğru anlamak için, israiliyatın etkisiyle oluşmuş peşin kabulleri aşıp Rabbimizin bu kıssalarda kullandığı sözcüklerin gerçek anlamını bulmak gerekiyor. Bunlardan birisi de asa sözcüğüdür. Nüzul sırasına göre ilk asa sözcüğü burada geçtiğinden bu sözcüğü burada tahlil etme ihtiyacı duyuyoruz. Asa “Asa” sözcüğü aslında, “İçtima toplanma ve i’tilaf uyuşma” demektir. Asa sözcüğü, el ve parmaklar üzerinde toplandığı için “Ud’a telli çalgılardan Ud isim olmuştur. Esmai, Bazı Basralılardan şöyle nakleder “Bastona “Asa” ismi verilmesinin nedeni, el ve parmakların üzerinde toplanmasıdır. Bu sözcük Arapların toplumu hayır ya da şer bir şey üzerine topladıkları zaman dedikleri “asavtü’l kavme, e’suhüm toplumu bir araya getirdim, onları bir araya getirin” deyişlerinden gelmektedir.” “Asanın bırakılması” ifadesi, mecaz olarak, “yolculuğun bitmesi yolcunun gideceği yere varıp direklerini dikip, çadırını kurması; yerleşmesi” demektir. Lisan; “asa” mad. Tac. “Asa” mad Bu açıklamalara göre asa sözcüğünün tam karşılığı “BİRİKİM/ sıkı tutulan” demektir. Bu anlamıyla da tam tamına “Kur’an” sözcüğünün de karşılığıdır. Bu sözcüğü Musa’ya izafe ettiğimiz zaman, “Musa’nın birikimi” anlaşılacağı üzere bu da “Musa’ya yapılan vahiyleri ve Musa’nın deneysel bilgi birikimi”ni ifade eder. Musa’ya vahyedilenlerle kendi birikiminin özeti ise Ta Ha sûresinin girişinde; 11-16. ayetlerde özet halinde “Musa! Ben, senin Rabbin olan Ben’im. Hemen iki nalınını çıkar, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın / iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim. O hâlde vahyedilecek olan şeye; “Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyamet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. O nedenle ona [kıyamete] inanmayan ve kendi hevasına uyan kimse seni, ondan [kıyamete iman etmekten] alıkoymasın; sonra helâk olursun” şeklinde verilmiştir. Anlaşılan o ki Musa bu ilkeleri tebliğ etmiş ve bunların kabulü için tartışma yapmıştır. Bunun bastona isim olması da sadece el ve parmakların üzerinde toplanması değil “üzerine dayanmak, yaprak silkeleme, silah, kazma olarak kullanma vs. gibi birçok yararın da toplanması”dır “Asa” sözcüğü Kur’an’da altı kez geçer. Şimdi Kur’an’da geçen asa sözcüklerini tahlil edelim. Çoban Asası Çoban asası olarak geçen asa, Ta Ha 18’de geçen asa ayette geçen asa, çoban asasıdır. Bildiğimiz bastondur ki Rabbimiz, Musa’ya bu asayı ilk vahiy anında bıraktırmıştır. Diğerleri ise “Musa’nın vahiy ve deneysel olarak öğrenmiş olduğu bilgi birikimi”dir. Musa’nın Firavun’a karşı, sudan geçmek için, taş kalpli İsrail oğullarını adam etmek için kullandığı asa, Musa’nın bilgi birikimi; kendisine yapılan vahiyler ve o zamana kadar öğrendikleri ve edindiği deneyimlerdir. Ayetler bu ölçüler çerçevesinde okunacak olursa doğru anlaşılacağı kanaatindeyiz. Yılana Dönüşen Asa Ta Ha; 20-2320- O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! O sağ elindeki, koşan bir O [Allah] “Sana en büyük ayetlerimizden göstermemiz için tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. Diğer bir ayet olmak üzere de GÜCÜNÜ / kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce ÇIKACAKSIN” dedi. Bu ayetlerde Musa’ya verilen iki ayetten bahsedilmektedir. Bu ayetlerden ilki sağ eline çoban asasının yerine verilen vahiydir, kitaptır, Tevrat’tır. İkincisi de gerektiği zaman gücüne güç katacak olan yedek gücü; Harun’dur. Aşağıdaki ayetlerde Musa’nın ifade yeteneğinin yeterli olmadığı, meramını iyi anlatması için kardeşi Harun’u kendisine yardımcı istediği ve bu isteğinin Musa’ya verildiğini göreceğiz. Bu konuyla ilgili yani asa ve kusursuz güç ile ilgili daha evvel A’raf suresinde ki Musa ile ilgili pasajlarda detay verilmiştir. Burada başka sözcükler üzerinde duracağız. Hayye “Hayye” sözcüğü de Musa pasajını doğru anlamadaki kilit sözcüklerden biridir. Bu nedenle bu sözcük ile ilgili ayrıntıları veriyoruz. “Hayye” sözcüğü “Hayat” sözcüğünden gelmekte olup anlamı “bir kere yaşam” demektir. Bu sözcük Araplarda bir çok örneğiyle söylenir Yılana uzun ömürlü olmasından dolayı “Hayye” denir. Gözü keskin olana o, hayyeden daha iyi görür derler. Hain sinsi olana o hayyeden daha zalim derler. Çevrensine, toplumuna yararlı olanlara ve onları koruyanlara,bölgenin, yeryüzünün hayyesi denir. Kadın erkek uzun yaşayana “o hayyenin tekidir” derler. Kişi akıl zeka ve dehada zirvede olduğu zaman “o, vadinin hayyesidir” denir. “Hayye”, teşbih olarak Büyük Ayı yıldız kümesinin İkizleri ile Alkaid ölü sönük yıldız arasındaki yıldızlara denir. Lisan Hayye mad. Tac; “hayye” mad. Tahiyye /selamlama,Allah sana ömür versin. sözcüğü de yine aynı kökten gelir. Özetlersek bu sözün açıkça anlamı, “hayat ve canlılık” demektir. Yılana “hayye” sözcüğü, yılan demek olmayıp, varlığın uzun ömürlü oluşunu nitelemektedir. Ta Ha’da “hayyetün tes’a koşup duran tes’a denilmiştir. Bunun Türkçemizdeki tam karşılığı, “Yedi canlı” deyimidir ki bu deyimin anlamı “Defalarca ölüm tehlikesiyle karşılaşmasına rağmen her seferinde sağ kurtulmak” demektir. Bu sözcük, birçok hastalıktan, beladan felaketten kurtulan kişiler için kullanıldığı gibi, kedi ve yılan için de kullanılır. Bu ayetteki “hayye” sözcüğünü anlamak için Rabbimizin Musa’nın sağ elindekini bir başka nitelemesini daha dikkate almak gerekiyor. Rabbimiz Musa’nın sağ elindekini Neml; 10 ve Kasas; 31’de “sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir” diye nitelemiştir. Yani Musa’nın sağ elindeki şey “Hareket ettiren görünmez bir varlığa” benzemektedir. Peki bu hareket sağlayan görünmez varlık nedir? Bu insanların ve hayvanların CANIDIR. Bu ifade, vahyin; ilahi kitapların “RUH” niteliğidir. Kur’an’ın bir adı da Ruh olduğu gibi Musa’nın sağ elindekinin Kitabının adı da Ruh’tur. Kur’an da hayat veren bir kitaptır. Mü’min; 15 15- O, dereceleri yükseltendir, Arş’ın sahibidir O, buluşma günü hakkında uyarmak için kendi emrinden/ kendi işinden olan ruhu [vahyi] kullarından dilediğine ilka eder [bırakır]. Şura; 52-53 52, 53- İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar kendisi için olan o Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner. Enfal; 2424. Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi] sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. Yirminci ayetteki “hayye” sözcüğü, yılan olarak algılanınca, doğal olarak 21. ayetteki “korkma” sözcüğü de “yılandan korkma” olarak anlaşılacaktır. Halbuki burada konu edilen korku, bu surenin 45 ve 46. ayetleri ile Şuara; 10- 15, Neml 10 ve Kasas 30. ayetlerde konu edilen Musa’nın görevden korkmasıdır, kaçmasıdır. Şuara; 10-1710, 11- Bir vakit de Rabbin, Musa’ya “Git o zalim kavme; Firavun kavmine, hâlâ takvalı davranmayacaklar mı?” diye nida etmişti. 12–14- O [Musa] “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Harun’a da elçilik ver. Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” O [Allah] “Hayır… Hayır… Haydi, ikiniz ayetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi ikiniz Firavun’a gidin de Biz kesinlikle, İsrail oğullarını bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” 10, 1110, 11- Ve birikimini ortaya koy!” - Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince dönüp arkasına bakmadan Ey Musa korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. - Ancak, kim zulüm yapar, sonra kötülüğün sonunda iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet 30- 3230- 32- Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi “Ey Musa! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! – Onu birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan Ey Musa! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz bembeyaz çıkacaksın.. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.”Ta Ha; 45, 4645- O ikisi [Musa ile Harun] “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” O [Allah] “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. Yirmi ikinci ayetteki “Tahrücü çıkacak” filinin öznesi “El” değil, “Sen” dir. Bu ifade, fiil kalıbının” ikinci eril tekil şahıs” kalıbı ile, “üçüncü dişil tekil şahıs” kalıplarının aynı kalıp olmasından karıştırılmıştır. Burada kastedilen de kendisine yedek güç olarak verilmiş Vezir Harun’u devreye sokması, onun sayesinde ifadeleri kusursuzca, lekesizce, eksiksiz olarak tebliğ edeceğidir. Ejderhaya dönüşen asa A’raf; 106- 108106. O Firavun, “Eğer bir alamet; gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğrulardan isen” Bunun üzerine o Mûsâ, BİLGİ BİRİKİMİNİ ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir “SİLİP SÜPÜREN” kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusursuzca 3230- O [Musa] “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” O [Firavun] “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” Bunun üzerine o [Musa], birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki o [Musa’nın birikimi], apaçık bir silip süpürendir. Sü’ban “Sü’ban” sözcüğü, “su ve kan akması anlamındaki “seab” sözcüğünden gelir. Vadide sel yataklarının kıvrım kıvrım olması, bu kıvrım kıvrım dere yataklarından suyun akması, sevgilinin uzun saçlarının kıvrım kıvrım oluşu da şairlerin gözünde bu sözcükle ifade edilir. Bu sözcüğün çoğulu da “sü’ban” şeklindedir. “Sü’ban” sözcüğü tekil olarak da “uzun, güçlü, fare avlayan yılan anlamında kullanılır.Lisan “sab” mad. Tac; “sab” mad. Demek oluyor ki “Süb’an” sözcüğünün esas anlamı, “selin, önüne gelen her şeyi içine alıp sürüklemesi” demektir. Fareleri avlayıp yutan yılana da bu ismin verilmesi yılanın şekil, uzunluk ve kıvrımlığı itibariyle dereye benzemesi ve önüne çıkan fareyi sel gibi yutmasındandır. Musa’nın birikiminin buna benzetilmesi de İlahi vahyin, her türlü beşeri plan ve desiseleri; batılı yok edip yutmasındandır. Bu ayetlerde Musa’nın birikimini ortaya koyması ile, hasımlarına ait ipsiz sapsız görüşlerin, tezlerin ve batılın ortadan kaldırıldığı, hakkın ortaya çıktığı açıklanmaktadır. Ayetteki “Sü’ban” sözcüğünü ister önüne geleni sürükleyen sel anlamında; ister fare avlayan yılan anlamında ele alalım, burada konu edilen, Musa’nın birikiminin, önünde olan ne varsa silip süpürdüğü, yutup geçtiği anlatılmaktadır. Musa’nın ortaya koyduğu fikirlerin, bilgilerin firavun ve halk huzurunda ziynet günü “Açık Oturum”a benzer bir üslup ile yapılan müsabakada sihirbazlarının tezlerini çürüttüğü, iptal ettiği anlatılmaktadır. Çünkü vahyin önünde hiçbir şey durmaz, duramaz. Bu nitelik Kur’an için de birçok yerde konu edilmiştir. Mürselat; 1-71- 7- küme küme gönderilip de önüne geleleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı batılı ayıran özür ? veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’an ayetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz şey elbette meydana 1-51 – 5 - O saflar halinde dizilenlere/ dizenlere, sonra da haykırıp sürükleyenlere, sonra da haykırıp sürükleyince de öğüt okuyanlara kasem olsun ki, [bunlar, o saflar halinde dizilenler kanıttır ki,] sizin İlahınız kesinlikle Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da 1-61- 6 - O tozuttukça tozutanlara, arkasından ağırlığı taşıyanlara, sonra kolaylıkla akanlara, sonra da bir emri paylaştıranlara kasem olsun ki şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur. Şüphesiz “Din [yapılanların karşılıklandırılması]” de kesinlikle -3, 26- o, suya batırırcasına/batırarak söküp çekenlere, o, zorlamadan yumuşaklıkla çekenlere ve o, yüzdükçe yüzüp gidenlere, derken, öne geçtikçe geçip de bir iş çevirenlere kasem olsun ki, şüphesiz bunda, haşyet saygı duyacak kimseler için bir ibret vardır. Batıl yok 8181 – Ve de ki “Hakk geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olup gider.” Batıl hakla yok 1818 – Bilakis Biz hakkı batılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın o [batıl], yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan dolayı size yazıklar olsun!Musa’ya zaferin ne ile kazandırıldığı, Musa’nın asasının birikiminin ne olduğu ise Yunus suresinde Rabbimizce tefsir 79- 8279 – Ve Firavun “Bana en bilgili sihirbazların tümünü getirin!” - Nihayet sihirbazlar gelince, Musa onlara “Ne atacaksanız atın!” 82 - Onlar ortaya atınca da Musa “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Şüphesiz, Allah onu iptal edecektir [boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır]. Şüphe yok ki, Allah fesatçıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir” dedi. Görüldüğü gibi bu ayetlerde asa, “Allah’ın kelimeleri” olarak tefsir edilmiştir. Musa pasajlarında geçen Deniz Kur’an’da geçen Musa pasajlarını doğru anlayabilmenin bir başka önemli unsuru da pasajlarda geçen “bahr” ve “yemm” sözcüklerinin doğru bilinmesidir. Bu iki sözcük genellikle “deniz” diye çevrildiğinden doğal olarak Musa’nın İsrail oğullarını Kızıldeniz’den geçirdiği ve Firavun ve avenesinin de Kızıldeniz’de boğulduğu kabul edilir. Yalnız Kur’an ve Arap dili aslında buna izin vermemektedir. İşin doğrusunu kavrayabilmemiz için bu sözcüklerin gerçek anlamını takdim ediyoruz. Bahr “Bahr”, “ister tatlı ister tuzlu olsun çok su” demektir. Bu sözcük “kara parçası” sözcüğünün karşıtıdır. Bu sözcüğün aslı “yarmak” demektir. Su, kara parçasını yardığı için bu isimle isimlenmiştir. Eski Arap şiirlerinde de Fırat nehri “bahr” sözcüğüyle yer almaktadır. Büyük, tuzlu sulara denizlere “bahr” denmesi yaygındır. Lisan Bhr” mad, Tac. Bhr Mad. “Bahr” sözcüğü, Musa ile ilgili ayetlerde Bakara; 50, A’raf; 138, Yunus; 90, Ta Ha; 77, Şuara; 63 ve Duhan; 24’te geçer. Yemm “Yemm”, bahr; çok su demektir. Leys bu sözcüğü “derinliği ve kıyıları bilinemeyen deniz olarak tarif etmiştir. Ama Kur’an’da Ta Ha “Musa’nın annesine bebeği “Yemm”e bırakması vahyedildiği ve Musa’nın sandığı Yemm’de sahile vurması açıkça açıklandığına göre bu iddia doğru olmaz. Zira Musa Nil nehrine bırakıldı ve sandık nehrin kenarına yanaştı. Bu sözcüğün Süryaniceden Arapçalaştırıldığına da inanılır. Lisan “yemm” mad. Tac “yemm” maddesi. Bu sözcük, A’raf; 136, Ta Ha; 39 iki kez, 78, 97, Kasas; 7, 40 ve Zariyat; 40’ta geçer. Musa’nın ailesinin ve Firavun’un yaşadığı yerler dikkate alındığında Musa pasajlarında geçen “Bahr ve Yemm” kelimelerini “bol su, nehir” olarak çevirmek gerekmektedir. Buna göre de Firavun’un, kesinlikle Musa’nın bebek iken bırakıldığı suda boğulduğu, denizdeCümlenin buraya kadar olan kısmı anlaşılmadı; Kızıldeniz’de boğulmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda, kadim lügatlerde “yemm” sözcüğünün Süryaniceden Arapçalaştırılmış olduğunun da yer aldığını belirtmiştik. Bunun böyle olmasının büyük bir ihtimal olduğunu, İbranicede “denize”, “yam” denişinden de anlıyoruz. Yani “İbranicede “yam” sözcüğü, deniz demektir. Zaten ömründe deniz görmemiş bedevilerin denize isim vermesi de beklenemez. Eşyaya ismi, o nesneyle haşir neşir olanlar verirler. Tüm dünyadaki doğal veya yapay nesnelerin adlarına bakıldığı zaman bu açıkça görülür. Eldeki Kitab-ı mukaddeslerde de bazı yerlerde “deniz, bazı yerlerde, Kızıldeniz bazı yerlerde de “kamış denizi olarak çevrilmiştir. Örneğin Mezmurlar; 136. mezmur, 11- 16. cümleler 11, 12 Güçlü eli, kudretli koluyla, sevgisi sonsuzdur; İsrail'i Mısır'dan çıkarana, sevgisi sonsuzdur; 13 Kamış Denizi'ni ikiye bölene, sevgisi sonsuzdur; 14 İsrail'i ortasından geçirene,s Sevgisi sonsuzdur; 15 Firavun'la ordusunu Kamış Denizi'ne dökene, sevgisi sonsuzdur; 16 Kendi halkını çölde yürütene, sevgisi sonsuzdur; Çıkış 14. Bab. 14 RAB Musa'ya, "İsraillilere söyle, dönsünler" dedi, "Pi- Hahirot yakınlarında, Migdol ile deniz arasında, Baal-Sefon'un karşısında deniz kıyısında konaklasınlar. 3 Firavun şöyle düşünecek 'İsrailliler ülkede şaşkın şaşkın dolaşıyorlardır, çöl onları kuşatmıştır.' 4 Firavun'u inatçı yapacağım. Onların peşine düşecek. Böylece Firavun'la ordusunu yenerek yücelik kazanacağım. Mısırlılar bilecek ki, ben RAB’bim." İsrailliler söyleneni yaptılar. 5 Halkın kaçtığı Mısır Firavunu'na bildirilince, Firavun'la görevlileri onlara ilişkin düşüncelerini değiştirdiler "Biz ne yaptık?" dediler, "İsraillileri salıvermekle kölelerimizi kaybetmiş olduk!" 6 Firavun savaş arabasını hazırlattı, ordusunu yanına aldı. 7 Seçme altı yüz savaş arabasının yan sıra, Mısır'ın bütün savaş arabalarını sorumlu sürücüleriyle birlikte yanına aldı. 8 RAB Mısır Firavunu'nu inatçı yaptı. Firavun sevinçle ilerleyen İsraillilerin peşine düştü. 9 Mısırlılar Firavun'un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon'un karşısında konaklarken onlara yetiştiler. 10 Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlıların arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB'be feryat ettiler. 11 Musa'ya, "Mısır'da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?" dediler, "Bak, Mısır'dan çıkarmakla bize ne yaptın! 12 Mısır'dayken sana, 'Bırak bizi, Mısırlılara kulluk edelim' demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılara kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu." 13 Musa, "Korkmayın!" dedi, "Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlıları bir daha hiç görmeyeceksiniz. 14 RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter." 15 RAB Musa'ya, "Niçin bana feryat ediyorsun?" dedi, "İsraillilere söyle, ilerlesinler. 16 Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler. 17 Ben Mısırlıları inatçı yapacağım ki, artlarına düşsünler. Firavun'u, bütün ordusunu, savaş arabalarını, atlılarını yenerek yücelik kazanacağım. 18 Firavun, savaş arabaları ve atlılarından ötürü yücelik kazandığım zaman, Mısırlılar bilecek ki, ben RAB'bim." 19-20 İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrı'nın meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden, bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı. 21 Musa elini denizin üzerine uzattı. RAB bütün gece güçlü doğu rüzgarıyla suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü, 22 İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu. 23 Mısırlılar artlarından geliyordu. Firavun'un bütün atları, savaş arabaları, atlıları denizde onları izliyordu. 24 Sabah nöbetinde RAB ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. 25 Arabalarının tekerleklerini çıkardı; öyle ki, arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, "İsraillilerden kaçalım!" dediler, "Çünkü RAB onlar için bizimle savaşıyor." 26 RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlıların, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün." 27 Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı. 28 Geri dönen sular savaş arabalarını, atlıları, İsraillilerin peşinden denize dalan Firavun'un bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı. 29 Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu. 30 RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler. 31 RAB'bin Mısırlılara gösterdiği büyük gücünü görünce korkan İsrail halkı, RAB'be ve kulu Musa'ya güvendi. Asa ile denizin yarılması Şuara; 6363- Sonra Musa’ya “Vur birikimini o bol suya; nehre!” diye vahyettik. Sonra o [ bol su; nehir yarıldı; barajlar yapıldı da, her bir parça baraj ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi. Not bu ayet Mushaf’ta aslında 50, 51. ayetlerin arkasında tertip edilmelidir. Altmış üçüncü sırada tertibi hem ayetin yanlış anlaşılmasına hem de yanlış inançların oluşmasına sebep olmaktadır. Bakara; 5050. Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu; nehiri size yarıp da sizi kurtarmıştık ve siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını suda boğmuştuk. Bu ayetlerde Musa’ya bilgi birikimini kullanarak Nil nehri üzerinde barajlar kurmasının vahyedildiği, sonra da suyun dağlar gibi parçalara ayrıldığı; yani yüksek barajların yapıldığı açıklanmaktadır. Yani Musa mucize olarak kızıl denizi yararak iki tarafta dağ gibi sular oluşmamıştır. Musa birikimiyle Nil nehri üzerine barajlar kurmuş ve her bir baraj dağ gibi yüksek imiş. Burada açıklanan işte budur. Daha sonra bu baraj patlatılarak Firavun ve yakınları baraj selinde öldürüleceklerdir. Bilinen en eski baraj 2900 yılında Nil nehri üzerinde kurulmuş 15 m. yüksekliğindeki barajdır. Kur’an’ın açık ifadesine göre baraj birden çoktur. Diğer ayetlerden de anlaşıldığı üzere Musa, Mısır’da kaldığı süre içinde esas niyetini saklayarak nehri barajlarla kesmiş ovada kanallar oluşturmuş ve eski su yataklarını tarıma açmıştır. Bu nedenledir ki Firavun “Bu altımdaki nehirler benim değil mi” demektedir. Bu ayette İsrail oğullarının geçmişinden başka safhalar hatırlatılmaktadır. Bu dönemler Suyun yarılması; baraj kurulması, İsrail oğullarının kurtulması, Firavunun yakınlarının, İsrail oğullarının gözü önünde suda boğulmasıdır. Daha sonra Musa, kavmini ve Kıptilerden kendisine inananları yanına alarak bu yerlerden toplumunu geçirmiş kendilerini takip eden Firavun ve ordusunu bu tarım arazilerine çekmiş, onlar arazide iken barajları yıkarak Firavun ve ordusunun boğulmasını sağlamıştır. Burada bu olaylar kısa bir cümle ile ifade edilmiştir. Biz bunları hemen birkaç saat içinde olup bittiğini sanmıyoruz. Bu olay yıllarca süren bir süreçte gerçekleşmiştir. Burada dikkat çeken bir nokta, Firavunun yakınlarının boğuluşunu İsrail oğullarının, seyretmiş ve görmüş olmalarıdır ki bu Kitab-ı mukaddeste şöyle anlatılır. Çıkış 14. Bab. 25-31. cümleler 25 Arabalarının tekerleklerini çıkardı; öyle ki, arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, "İsraillilerden kaçalım!" dediler, "Çünkü RAB onlar için bizimle savaşıyor." 26 RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlıların, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün." 27 Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı. 28 Geri dönen sular, savaş arabalarını, atlıları, İsraillilerin peşinden denize dalan Firavun'un bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı. 29 Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu. 30 RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler. 31 RAB'bin Mısırlılara gösterdiği büyük gücünü görünce korkan İsrail halkı, RAB'be ve kulu Musa'ya güvendi. Buradan da anlaşılıyor ki bu boğulma olayı Kızıldeniz’de olmamıştır. Çünkü yüz kilometre civarındaki bir mesafeden; denizin bir ucundan diğer ucunda olanların boğuluşunu ve cesetlerini görme imkanı yoktur. Asa ile taştan on iki pınarın fışkırması A’raf; 160160- Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve kavmi kendisinden su istediği zaman Mûsâ'ya, “Birikimini o taş kalpli kavmine uygula” diye vahyettik. Hemen ondan o taş kalpli kavimden on iki toplum, belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/bıldırcın indirdik; size rızk olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize zulüm yapmadılar, kendi kendilerine 6060. Ve hani bir zamanlar Mûsâ, kavmi için su istemişti de, Biz, “Birikimini taş kalpli kavmine uygula!” demiştik. Bunun üzerine ondan o taş kalpli kavimden taştan on iki toplum- belde halkı ayrışmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi. –Allah'ın rızkından yiyin-için ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık yapmayın.– Buradaki tahlilimiz her iki ayet için de geçerlidir. Taş Yukarı ki ayetlerde “Asa”nın Musa’nın birikimi olduğunu iyice öğrenmiş idik. Burada Musa’nın birikimin kullanacağı, vuracağı “taş” ifadesini ele alalım. Bilindiği gibi “taş” sözcüğü, sertliğin, katılığın sembolü olan bir sözcüktür. Rabbimiz İsrail oğullarının kalplerini taşlar gibi, hatta daha da katı olduğunu bildirmiştir. O nedenle burada taş ifadesiyle de, dağlardaki taş, kaya değil, “taş kalpli İsrail oğulları” kastedilmiştir. Bakara 7474. Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın haşyetinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan habersiz- duyarsız değildir. Darb Lisanü’l Arab ve Tacü’l Arus’ta açıklandığına göre “Darb” sözcüğünün “hakikat” manası, “Bir şeyin üzerinde bir şey oluşturmak” demektir. Bu asıl anlamdan hareketle, bu sözcük, “vurmak, çarpmak, yarmak, sıkıştırmak, yola gitmek, kalp atışı, nabız vuruşu, örnek vermek vs. gibi yüzlerce anlamda kullanılır. Biz bunu Tebyin’de Sad suresi kapsamında Eyyüb peygamber ile ilgili bölümün tahlilinde detaylıca verdik. Bu sözcüğün buradaki anlamı gerçek anlamı olan “bir şey üzerinde bir şey oluşturma”dır. Bu ayette bir diğer mesele de “ayn” sözcüğüdür. Bu sözcük ile ilgili kadim lügatlerde şu bilgiler verilir Ayn Yine Lisanü’l Arab ve Tacü’l Arus’ta açıklandığına göre bu sözcüğün, görme, göz, güneş, pınar, yağmur, mal, altın, insan, hayat, TOPLUM, BELDE HALKI …. gibi yüzden çok anlamı vardır. Bu ayetlerdeki “ayn” sözcüğü her nedense hep “pınar” anlamıyla çevrile gelmiştir. Halbuki Musa pasajındaki “ayn” sözcüklerinin “toplum, “belde halkı” anlamı tercih edilmeliydi. Zira Rabbimiz böyle anlaşılması gerektiğini ayetin başındaki “Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık” ifadesiyle işaret buyurmuştur. Bunu Maide suresinde de açıkça görmekteyiz. Maide; 1212 – Ve ant olsun ki Allah, İsrail oğullarının misakını almıştı. Ve Biz, kendilerinden on iki kaymakam göndermiştik. Ve Allah demişti ki “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salatı ikame eder, zekatı verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah’a güzelce ödünç verirseniz ant olsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur.” İsrail oğullarının on iki guruba, topluma ayrılışı ve her birinin başına bir kaymakam dikiliş olayı Kitab-ı mukaddeste de yer alır. Bu demektir ki, Kitab-ı mukaddesin bu bölümünü Kur’an tasdik etmektedir. Sayılar; 1. Bab, 1- 16. cümle İsrail'de Yapılan İlk Sayım 1 İsraillilerin Mısır'dan çıkışının ikinci yılı, ikinci ayın birinci günü RAB Sina Çölü'nde, Buluşma Çadırı'nda Musa'ya şöyle seslendi 2-3 "Sen ve Harun İsrail topluluğunun bütün boylarıyla ailelerinin sayımını yapın. Bütün erkekleri bir bir sayıp adlarını yazın. İsraillilerden savaşabilecek durumda yirmi ve daha yukarı yaştaki bütün erkekleri sayıp bölüklere ayırın. 4 Size yardım etmek için yanınızda her oymaktan birer adam bulunsun; bu kişiler aile başı olmalı. 5 Size yardımcı olacak adamların adları şunlardır Ruben oymağından Şedeur oğlu Elisur, 6 Şimon oymağından Surişadday oğlu Şelumiel, 7 Yahuda oymağından Amminadav oğlu Nahşon, 8 İssakar oymağından Suar oğlu Netanel, 9 Zevulun oymağından Helon oğlu Eliav, 10 Yusuf oğullarından Efrayim oymağından Ammihut oğlu Elişama, Manaşşe oymağından Pedahsur oğlu Gamliel, 11 Benyamin oymağından Gidoni oğlu Avidan, 12 Dan oymağından Ammişadday oğlu Ahiezer, 13 Aşer oymağından Okran oğlu Pagiel, 14 Gad oymağından Deuel oğlu Elyasaf, 15 Naftali oymağından Enan oğlu Ahira." 16 Bunlar İsrail topluluğundan atanmış adamlardı; atalarının soyundan gelen oymak önderleri, İsrail'in boy başlarıydı. Bu ayetlerde konu edilen “birikimini taş kalpli toplumuna vur” ifadesi üzerinde de durmamız gerekiyor. Ayetlerin her ikisindeki “Ve kavmi kendisinden su istediği zaman”, “Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi”, “hani bir zamanlar Mûsâ, kavmi için su istemişti de” ifadelerden açıkça anlaşıldığına göre Musa’nın kavmi su sıkıntısı çekmiştir. Su yüzünden aralarında problemler oluşmuştur. Bu dönemde de Rabbimiz Musa’ya birikimini, deneyimini kullanmasını vahyetmiştir. Hatırlanacağı üzere Musa, su sıkıntısının nelere mâl ocağını daha evvel Mısır’dan kaçıp Medyen’e varırken Medyen suyunun başında yaşamış idi; su yüzünden tartışmaların, kavgaların olduğunu görmüş idi. Bu konuda tecrübesi vardı. Bu konu Kasas suresinde detaylıca açıklanmıştır Kasas; 23-2523 – Ve o [Musa], Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir ümmet buldu. Ve o [Musa], onların astlarından, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki “Hâliniz nedir?” Dediler ki “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da şeyh-i kebirdir [çok yaşlı bir ihtiyardır].”24 - Bunun üzerine o [Musa], ikisi için suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, hayırdan [iyilikten] bana indirdiğin şeye muhtacım” - Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona [Musa’ya] geldi. Dedi ki “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” O [Musa], ona [kızın babasına] geldi ve kıssaları ona anlattı. O [kızın babası]; “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi. Demek oluyor ki Musa, bu kadar halkın bir arada yaşamasının, sorunlara yol açacağı gerekçesiyle İsrail oğullarını on iki yere, on iki toplum halinde dağıtmıştır. Ve susuzluk problemini böyle çözmüştür. Bilindiği gibi yerleşim alanları hep subaşlarına, nehir kenarlarına kurulur. Denizde kuru yol açmak Ta Ha; 77-7977- Ve ant olsun, Musa’ya “Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda; nehirde kuru bir yol aç!” diye Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan; NEHİRDEN kendilerini kaplayan şey Ve Firavun kavmini saptırdı ve doğru yolu göstermedi. Bu ayetlerde Musa’nın kavmini gece çalıştırarak suda; saygı duymadan; firavun için hatır-gönül tanımadan, yakalanma korkusu olmadan Nil nehrinde kuru yollar oluşturmasının vahyedildiği, sonrada onları izleyen Firavunun ordusuyla birlikte o nehirde boğulduğu safhalar nakledilmektedir. Ayette dikkat edilmesi gereken nokta bol suda açılacak yolun gece yürüyüşü sayesinde yapılacağıdır. Bu ifade açıkça, insanları gece çalıştırmak suretiyle, kimseye sezdirmeden, göze batmadan bu işi yavaş yavaş hallet demektir. Kur’an’daki ifadelere göre bu olaylar uzun bir süreçte gerçekleşmiştir. Hemen birkaç dakika veya saatte olmuş işler değildir. Musa Peygamber Mısır’a dönüşünde Firavun mülkünde toplumu içerisinde yıllarca güven içinde faaliyet göstermiştir. Kasas; 14’teki “Ve Musa yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz ona hüküm ve ilim verdik” ifadeleri dikkate alındığında ve de bu olgunluk yaşı, Ahkaf; 15’te “kırk yaş” olarak belirtildiğine göre ve de tevatürle tarihte yer alışına göre Rasülüllah’ın da kırk yaşında peygamber olduğu bilindiğine göre Musa’ya peygamberlik kırk yaşında verilmiş olmalıdır. Çıkış; 7. Bab’ın yedinci cümlesinde de Musa’nın kavmini ve inananları Mısır’dan çıkarmak için Firavuna başvurduğu bu, ilk başvurusu değildir zamanki yaşı, seksendir. Demek oluyor ki Musa, Mısır’a döndükten sonra Mısır’da, çıkışa kadar kırk sene gibi bir süre kalmış olmalıdır. Tensiye; 34. Babın 7. cümlesine, göre de Musa 120 yaşında vefat etmiştir. Ayetteki “haşyet duymadan” ifadesi de, bu yaptıklarının, yapacaklarının Firavun’a hainlik, nankörlük olduğunu düşünmemesi yönünde bir ihtardır. Nitekim Şuara suresinde Firavun’un Musa’yı nankörlükle hainlikle suçladığını, Musa’dan saygı, minnet duygusu göstermesini istediğini görmekteyiz. Şuara; 18, 1918, 19- O [Firavun] “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan / nankörlerden birisin de...” dedi. Beyaz el Musa’ya ayet olarak verilenlerden bir tanesi de “yed-i Beyza”dır. Bu tamlama klasik anlayışta “bembeyaz, ışık saçan el” olarak kabul edilip geldi. Bu ifade A’raf 107, 108, Ta Ha 23, Şuara 33,Neml 12 ve Kasas 32’de geçer. Bunların tahliline gelince Yed Ayetin orijinalindeki “yed” sözcüğü genellikle “el” diye çevrilir. “Yed” sözcüğü mecaz olarak, “kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay,.. elle yapılan işlerin tümü “anlamında kullanılır. Burada konu edilen güç, diğer ayetlerde; Neml 12, Kasas; 32’de “cebindeki/ koynundaki güç” olarak nitelenmektedir. Bu güç, Harun’dur. Beyza Bu sözcük Türkçemizde kullandığımız “beyaz” sözcüğü ile aynı kökün türevlerindendir. Bu sözcükle ilgili de şu bilgiler verilmektedir Biyz, yumurta demektir. Beyaz, sözcüğü de “yumurta rengi” demektir. Bu sözcüğün “Beyzae” kalıbı, aşırı beyazlığı, parlaklığı ifade eder. Güneşe, beyaz yüzlü lekesiz bayana, üzerinde hiç bitki olmayan toprağa, kameri ayların on dört on beşinci geceki görünümlerine “Beyza” denir. “yed-i Beyza”, tamlaması “ispatlanmış, kanıt” demektir. Lisan Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre biz bu sözcüğü “Bembeyaz” olarak ifade edebiliriz. Bu ifade, mükemmelliğin kusursuzluğun mecazi olarak ifade edilişidir. Ayetlerdeki “güç”, görenlere karşı bembeyaz; kusursuz, mükemmel bir güç olup Harun’a ait ifade ve hitabet yeteneğinin mükemmelliğini ifade etmektedir. Ta Ha; 28’den açıkça anlaşıldığına göre Musa peygamberin ifade yeteneği, İbraniceyi iyi bilememesi veya dilindeki bir özür nedeniyle zayıf idi. Musa’nın bu kusuru, kendisine kardeşi Harun’un vezir, sekreter, sözcü olarak verilmesiyle giderilmiştir. Bunu Ta Ha suresindeki pasajda açıkça görmekteyiz. İsrail oğullarının sudan geçirilmesi-Firavun ile yakınlarının selde sürüklenerek boğulmaları-Denizi hızlı bırakmak Duhan; 17- 2417 – 21- Ve ant olsun ki Biz onlardan önce Firavun kavmini fitnelendirdik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti “Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın.”22 – Sonra da o [Musa] “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir kavimdir” diyerek Rabbine 24 - -“Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenenlersiniz. Bol suyu; nehri hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur. Bu ayetlerde Musa peygambere, İsrail oğullarını Mısır’dan çıkarma planlarının genel olarak verildiği görülmektedir. Ayrıntıları yoktur. Musa, suda kuru yolları yapacak, firavun ve adamlarını suda boğup öldürecektir. Musa daha evvel de bir cinayet işlemiş onun da vicdan azabını çekmektedir. İşte bu noktada Musa çıkmaza girmiştir; bunalıma girmiştir. Zihnindeki sıkıntıları gidermek için de yollara düşecek, bunalımdan kurtulmak için çare arayacaktır. Bu bölümü Kehf suresinde görmekteyiz. Musa ve Alim kul kıssası bunları bildirmektedir. O kıssa da görmekteyiz ki Musa “Gemi olayı”ndan zalimlerin dikkatini çekmemenin; “delikanlı öldürme olayı”ndan Allah ile savaşanların öldürülebileceği, “Duvar olayı”ndan da çıkışta uzun süren yolculukta geçimlerini sağlayacak birikim yapmalarını, birikimlerini evlerinin duvarları içinde saklamalarını öğrenmiştir. Bu birikimi ile bunları Allah’ın izniyle gerçekleştirecektir. Yunus; 90- 9290- 92 - Ve İsrail oğullarını bol sudan, nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. —Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden 5050. Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu; nehiri size yarıp da sizi kurtarmıştık ve siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını suda boğmuştuk. Bu ayetlerde İsrail oğullarının geçmişinden başka safhalar hatırlatılmaktadır. Bu dönemler Suyun yarılması; baraj kurulması, İsrail oğullarının su arasındaki kuru alanlardan geçmesi ve firavun ve yakınlarının boğulması safhalarıdır. Burada bu olaylar kısa bir cümle ile ifade edilmiştir. Biz bunların yukarıda da belirttiğimiz gibi hemen birkaç saat içinde olup bittiğini sanmıyoruz. Bu olay yıllarca süren bir süreçte gerçekleşmiştir. Kur’an’dan bu boğulma olayının nasıl gerçekleştiğini açıkça anlayabilmekteyiz. Daha evvel Musa’nın nehir üzerinde barajlar kurarak nehir sularını dağlar gibi ayırdığını görmüştük. İşte Musa bu barajları patlattırmış, Sebe halkının “Arim seli baraj seli” ile helak edildiği gibi Sebe; 15- 19. ayetler Firavun ve ordusu da baraj suyunda önce sürüklenmişler sonra da su tarafından örtülerek boğulmuşlardır. Duhan; 23, 2423, 24 - -“Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenenlersiniz. Bol suyu; nehri hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir 4040 - Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda, nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!Zariyat; 4040 – Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda, nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan biridir. Duhan; 24. ayetin orijinalindeki “rehven” sözcüğü Ezdat’tan olup, “Sükünet ve aşırı hareket” anlamlarının her ikisini de içerir. Bizim te’vilimiz “Aşırı hareket; hızlı akıtma” anlamından yana olmuştur. Zira şu ayetlerde, Firavun ve yakınları boğulmazdan evvel bir müddet suda sürüklenmişlerdir. Kasas; 4040 - Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda; nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!Zariyat; 4040 – Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda; nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan Ha; 77- 7977- Ve ant olsun, Musa’ya “Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda; nehirde kuru bir yol aç!” diye Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan; NEHİRDEN kendilerini kaplayan şey Ve Firavun kavmini saptırdı ve doğru yolu göstermedi. Burada dikkat çeken bir nokta da bakara; 50’deki “ve siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını suda boğmuştuk” ifadesidir. Buradan anlaşıldığına göre, Firavunun ve yakınlarının boğuluşunu İsrail oğullarının, seyretmiş ve görmüş olmalarıdır. Bu konu Kitab-ı mukaddes’te şöyle anlatılır. Çıkış 14. Bab, 30. cümle 30 RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler. Buradan da anlaşılıyor ki bu boğulma olayı Kızıldeniz’de olmamıştır. Çünkü yüz kilometre civarındaki bir mesafeden; denizin bir ucundan diğer ucunda olanların; firavun ve avenesinin boğuluşunu ve cesetlerini görme imkanı yoktur. Özetle Musa’ya; elçiliğinin kanıtı olarak sadece kitap verilmiş ve kardeşi Harun vezir yapılmıştır. Buradaki 20- 23. ayetlerde konu edilen Musa’ya verilen iki alamet; gösterge Furkan suresinde de şöyle özet olarak verilmiştir Furkan; 35, 3635- Ve ant olsun ki Musa’ya Kitap’ı verdik kardeşi Harun’u da onunla birlikte vezir Sonra da “Haydi ayetlerimizi yalanlayan o kavme gidin!” dedik. Sonunda da parçalayıp yok ettik. İBRAHİM PEYGAMBER’İN ATEŞTE YANMAMASI Mucize konusunu işlerken zaruri olarak İbrahim peygamberin ateşte yanmaması, diğer bir ifade ile ateşin İbrahim peygamberi yakmaması olayını da burada zikretmek gerekir. Bu konu Tebyin çalışmamızda yeterince incelenmiştir. Biz Teybindeki pasajı burada naklediyoruz İbrahim’in yakılması konusu Bu konunun birtakım rivayetlerin etkisinden çıkarılıp Kur’an’daki ifadelerin gerçek anlamları doğrultusunda tahlil edilmesi gerekir. Konu ile ilgili ayetler üç ayrı surede yer almaktadır Onlar [kavmi] “Eğer yapanlarsanız, şunu tahrik edin [yandırın] ve tanrılarınıza yardım edin” dediler. Biz “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” ona bir düzen kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğramışlar kıldık. Enbiya/68- 70 Onlar “Şunun için bir duvar yapın da bunu cahimin [çılgınca yanan ateşin] içine atın!” ona [İbrahim’e] tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. Saffat/97, 98 Sonra onun [İbrahim’in] toplumunun cevabı, yalnızca “Onu öldürün veya tahrik edin [yandırın]” demeleri oldu. Sonra da Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır. Ankebut/24 Enbiya/68 ve Ankebut/24’te “ حرّقوهharriqûhu” ifadesi yer almaktadır. Bu ifade genellikle “yakın!” olarak çevrile gelmiştir. Biz bu ifade üzerinde biraz tahlil yapacağız “ حرّقواHarrikû” sözcüğü “ حرقhrq” kökünden, tef’ıl babından çoğul emir kipidir. Bu sözcüğün mastarı olan “ تحريقtahriq” sözcüğü “ateşlendirme” anlamıyla Türkçeye de geçmiştir. Bir de “hareket” kökünden gelen “harekete geçirme, kışkırtma” anlamında “ تحريكtahrik” sözcüğü vardır. Kaf ve Kef harfleri Türkçede sadece “k” harfiyle ifade edildiğinden karıştırılabilmektedir. Sözcüğün kökü olan “ ح ر قhrq”, “ ateşin alevi”nden gelmektedir. Tahrik, “ateşin bir şey üzerindeki etkisi” demektir. Hastalık nedeniyle gözdeki yanma, hastalıklar nedeniyle kalpteki sızı; soğuk, sıcak ve rüzgâr etkisiyle bitkilerin yanması, acı ve tuzlu şeylerle ağızda oluşan acılar da bu sözcükle ifade edilir. Lisanü’l Arab, , s. 404- 406 Bu durumda bu sözcük “sıkıntı verme, eziyet çektirme, mahvetme” anlamlarında da kullanılabilir. Nitekim Türkçede belaya, sıkıntıya düşüldüğünde “ben yandım, bittim, mahvoldum” denildiği gibi, ani bir sıkıntı geldiğinde de “yandım anam!” denir. Ankebut/24’te “Onu öldürün veya tahriq edin [yandırın]” ifadesi dikkat çekmektedir. Bu ifadeye göre İbrahim’e iki cezadan biri verilecektir Ya ölüm ya da “tahriq”. “Tahriq” eyleminde İbrahim’in öldürülmesi söz konusu değildir. Onu öldürmeyip mahvedeceklerdir. Enbiya/70 ve Saffat/98’e göre, toplumu İbrahim’i tahriq’ten sonra plan kurmuşlardır. İbrahim’i yakıp yok edecek olsalar İbrahim’e tuzak kurmalarına gerek kalmazdı. Onlar “İbrahim’e nasıl eza edebiliriz, sıkıntı çektirebiliriz ve mahvedebiliriz?” diye plan kurmuş olmalıdırlar. “Cahim” ve “Nar” sözcükleri de her zaman gerçek anlamı olan “ateş” anlamında kullanılmaz. Mecazen aşırı sıkıntı anlamlarında da kullanılır. Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Eğer ki ılmelyakin [kesin bilgi] ile bilirseniz cahimi [çılgınca yanan ateşi] mutlaka görürsünüz. Tekasür/5, 6 Ve Yahudiler, “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. —Söyledikleri şeyler sebebiyle onların elleri bağlandı ve onlar Aksine O’nun [Allah’ın iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve ant olsun ki Rabbinden sana indirilen, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez. Maide/64 TEBYİN 7. cilt, s. 484-486
Benim tam bir baş belası arkadaşım var. İyidir falan ama bildiğin çatlak, sıyrık. Yalan yok kahrımı çok çekiyor, çok da severim ama laf aramızda bazen acayip çekilmez biri olabiliyor. Yine öyle bir sabahta, kapımda sanki bi düzüne alacaklı varmış ve hemen uyanıp kapıya bakmazsam, kapıyı kırıp beni öldüreceklermiş gibi bir çalış gücü vardı. Önce bilinç altımın bana oynadığı bir oyun sandım ama sesler dinmek yerine, git gide artınca anladım ki, gerçekler. Yataktan bir uyur gezer edasıyla kalktım, tek gözüm kapalı gidiyorum ki, şu kapıda ki her kimse bir an önce postalayayım da, güzellik uykuma kaldığım yerden devam edeyim diye düşünüyorum. Kapıya yaklaştığım halde sesler azalmayınca istek dışı bir ses yükselttim, refleks de diyebiliriz buna bence; "Yeter be kırdın kapıyı, geldik işte patlama!" Tabi o zaman yerinde gelmişti bu tepki ama şimdi düşününce, biri bana bu şekilde kapıyı açsa... Neyse korkunç, burayı atlıyorum. Tahmin ettiğiniz üzere kapıda ki benim çatlak arkadaşımmış. İçeriye ışık hızıyla dalarak; "Ohaa! Sen hala uyuyor musun ya? Dışarıda güzel bi' hava var, hadi giyin de bi' şeyler yapalım." bu hatırladığım tek cümlesi oldu, sanırım gerisinde ya bayılmışım yada bildiğin ayakta uyumuşum. Kollarımdan tutup sarsınca fal taşına dönen gözlerimi açtım ve "Bilmem farkında mısın ama uyuyorum ya, geç sen dolap dolu, yeni filmler de almıştım keyfine bak. Ben az daha kestiricem." Tabi bu ısrarlarım hiç bir işe yaramadı, bir saat içinde çoktan hazırlanıp, dışarıya adımımızı atmıştık bile. Hava o kadar sıcaktı ki, bir yere oturup soğuk bi'şeyler içmezsek, sıcaktan çatlayarak ölen ilk insanlar olabilirdik. Bu işte bir gariplik vardı, normalde bu kızı susturmak neredeyse imkansızdır ama ağzını bıçak açmıyor ve hızlı adımlarla sanki bir yere yetişiyor gibiydik. Başta sorma gereği duymasam da, içimden korktuğum başıma gelmesin diye dua ediyordum ki... "Kahretsin! Yine mi ya, tahmin etmeliydim." Bizim ki başladı kıkır kıkır gülmeye, geldik ya mecbur oturmak zorundayız masaya. Sağ olsun, benim yalnız kalmamdan, daha doğrusu evde kalmamdan korktuğu için düzenli olarak bu tarz çöp çatan işlerine girişir. Allah var ya, çocukta fena değil ama ben böyle tavsiye üzerine biriyle birlikte olamam yani. Sıkıcı ve zorlamayla geçen bir saat nihayet bitti ve özgürüm artık. Kızı bir güzel haşladıktan sonra, yalnız kalmak için yanlarından uzaklaştım. Biraz yürüdükten sonra dinlenmek için manzarasız ve gürültülü bir banka oturmak yerine, su seslerinin ağır bastığı bi' havuzun taşına oturup etrafı izledim. Bir süre geçtikten sonra biri yaklaştı ve "Müsaade ederseniz, oturabilir miyim?" dedi. Nedenini anlamadım ama konuşacak kadar sesim çıkmadı, o yüzden başımla onaylamak zorunda kaldım. Başta biraz uzağa oturmuştu ama bir kaç dakika sonra muhabbet açtı ve yavaş yavaş aradaki mesafeyi kapattı. İtiraf etmeliyim ki bi' erkeğe göre çok fazla konuşuyor ama ses tonunu sevdim, oldukça etkileyici. Yani demek istediğim ne dediğini pekte umursamadım o an, elimi bildiğin çeneme koydum ve bir kaç dakika önce tanıştığım çocuğu büyük bir hayranlıkla izledim. Arada; "Beni dinliyor musun?" sorusuna, "Hı, evet evet dinliyorum, sen devam et." diyerek cevap verdim. Bir süre sonra girdiğim transtan çıkıp saati fark edince, "Saat epey geç olmuş, benim gitmem lazım." diyerek toparlanmaya başlayınca, "Şeyy, tekrar görüşebilecek miyiz?" diye sordu. Fazla zamanım olmadığından nazlanmadım "Kalemin var mı?" dedim. Hemen çıkardı tabi, avucunun içine numaramı yazdım. "İstediğin zaman arayabilirsin ama dikkat et de mürekkep dağılmasın." dedim gülümseyerek. Vedalaşıp eve gelene kadar geçen zamanda saçma bi gülümsemeyle dolaştım etrafta. Akşam aramayınca yavaş yavaş ümidimi kesecekken, uyumaya yakın mesaj geldi "Merhaba, sanırım kim olduğumu tahmin ediyorsun. Değişik bir büyün var, en kısa sürede bir buluşma ayarlamak istiyorum." Mesajını okuyunca bi' kanatlandım, sevgi pıtırcığı olup çıktım resmen. İlerleyen dakikalarda içimde kelebekler uçuran bir yeni mesaj daha geldi "Yarın için kimseye söz verme, ikimiz için çok iyi bir planım var. Seni sabah 0900 gibi alırım, uygun mu?" Planım yoktu ama hevesli gözükmemek için bir süre sustum ve sonra "Tabi olur, yarın görüşmek üzere" dedim. Gece, yarının hayalini kurarak daldım uykuya. Öyle bi' psikolojiyle uyumuşum ki, sıçrayarak uyandım geç kaldım diye. Yataktan fırladım, neyse ki sonra saate bakmak aklıma geldi, saat daha 0735 di. Bu saatten sonra uyku tutmaz bari, hazırlanayım. Bir buçuk saat nasıl geçecek derken telaştan zaman akıp geçmiş, saat 0853. Son ana kadar gayet rahatken, çat kapı heyecan geldi iyi mi? 0858. "İptal mi oldu acaba, gelmeyecek mi?" derken telefonum çaldı. "Ben geldim, aşağıdayım hazırsan gel hemen, zaman kaybetmeyelim." Playlistini özel olarak ayarlamıştı sanki, müzik zevklerimiz de hemen hemen aynı. Ben camdan dışarıyı izlerken bir yandan da sessiz sessiz şarkıyı mırıldanıyordum ki, cesarestlenmem için yüksek sesle şarkıyı söylemeye başladı. Önce şaşırdım ama ortama uyum sağlamam uzun sürmedi. Sonunda gelmiştik, kurt gibi açım. Güzel bir kahvaltı ettikten sonra sahil kenarına inip biraz yürüdük. Sıradan bi' yürüyüşten sıkılınca ayakkabılarımızı çıkardık ve paçalarımızı çimleyip denize biraz daha yaklaştık. Dalgalar ayaklarıma vurdukça irkildim ama hoşuma gitmişti. Koşuşturma sonrası ben yorulunca, denizden biraz uzaklaşıp oturduk kumların üzerine. Duyduğum ses, huzur vericiydi. Fon müziği olarak martıların sesi ve tabi birde bizim kalp atışlarımız... Denizin mavisi O'nunla hayaller kurmama yardımcı oluyor. Gözlerine bakmakta yeterdi aslında ama utanırım, bakamam ki sürekli. Hayaller bir-iki-beş-on... Çok fotoğrafımız olsun istiyorum; böyle çocuklarımıza, torunlarımıza gösterebileceğimiz bir ton anı, yaşanmışlık. Fotoğraflara her baktığımda, yüzümde bi' tebessüm oluşsun, daha çok aşık olayım sana. Mesela güneşin batışını değilde doğuşunu izlemeyi daha çok severim ben. Sadece ikimizin olacağı bir tepeye çıkar bütün geceyi birlikte geçiririz. Uzun uzun muhabbet ederiz önce, sonra gece gibi sessizleşir, yıldızları izleriz birlikte. Sen her öpücüğünle özel kılarken beni, benimse yüzüm kızarır ve daha çok sokulurum yanına. Öyle çok severim ki seni; hasta olma diye terliyken soğuk bi'şey içirmem, soğuk havalarda ince giymene izin vermem. Tüm uyarılarıma rağmen hasta olursan eğer, önce bi' güzel kızarım, sonra hiç kimsenin bakamayacağı kadar büyük bir ilgiyle bakarım sana. Gece bir ihtiyacın olur da uyanamam diye başında beklerim, beni bırakıp gitmenden korktuğum için her on dakikada bir nefes alışlarını dinlerim. Mesela; iki elimle yüzünü avuçlayıp; "Seni şimdi öyle bi' severim ki..." derken, sözümü bitirmeme izin vermeden, "Sevsene, hadi." deyip ellerini bağdaştırırsın. Ahh işte o an daha bir tatlı, daha bi' yenilesi olursun gözümde. Ben öyle seni izlemeye dalmışken, indir ellerimi ve avuçlarının arasına al yüzümü. "O öyle değil, böyle yapılır." diyerek öp beni. Gözlerimden kıskanayım seni her bakışımda, benim olduğun için şükür edeyim Allah'a. Yağmurdan pek hoşlanmam ama izlemeyi severim, hele ki seninle olursa. Birde sıcak çikolata yaparım içimizin ısınması için. Battaniyenin altına girer önce yağmuru izleriz birlikte, sıkılınca bir birimizi izlemeye devam ederiz. Vücut ısını hissetmek, kalp atışlarının nedeni olmak mutlulukların en iyisi olurdu. Birde hiç küs uyumayalım olur mu? Kavga etmeyelim demiyorum, edelim ama bir birimizin kalbinde hiç kalıcı bir iz bırakmayalım. Kavgamızın şiddetinin iki hatta üç katı olsun birleşmemiz. Öyle sıkı sarıl ki bana; bütün kaburgalarım geçsin bir birine, öyle uzun süre mahsur kalayım ki kokunla, burnumun direği sızlasın onu duyamadığımda. Saçlarımı öp, fısılda kulağıma beni ne kadar çok sevdiğini, gözlerim dolsun ama ağlamayayım. Yalnızca çok sevelim bir birimizi, bi' kekin tarifini ister gibi istesinler bizden aşkın tarifini... Kapımda sanki bi düzüne alacaklı varmış ve hemen uyanıp kapıya bakmazsam, kapıyı kırıp beni öldüreceklermiş gibi bir çalış gücü vardı. Önce bilinç altımın bana oynadığı bir oyun sandım ama sesler dinmek yerine, git gide artınca anladım ki, gerçekler. Yataktan bir uyur gezer adasıyla kalktım, tek gözüm kapalı gidiyorum ki, şu kapıda ki her kimse bir an önce postalayayım da, güzellik uykuma kaldığım yerden devam edeyim diye düşünüyorum. Kapıya yaklaştığım halde sesler azalmayınca istek dışı bir ses yükselttim, refleks de diyebiliriz buna bence; "Yeter be kırdın kapıyı, geldik işte patlama!" Tabi o zaman yerinde gelmişti bu tepki ama şimdi düşününce, biri bana bu şekilde kapıyı açsa... Neyse korkunç, burayı atlıyorum. Tahmin ettiğiniz üzere kapıda ki benim çatlak arkadaşımmış. İçeriye ışık hızıyla dalarak; "Ohaa! Sen hala uyuyor musun ya? Dışarıda güzel bi' hava var, hadi giyin de bi' şeyler yapalım." Beynimden aşağı kaynar sular dökülüyordu sanki. Garip bir şekilde bu anı yaşamış gibi hissediyordum. Hatta yaşadım. Dün. Yaşamadım mı? Nasıl olabilirdi. Dokundu bana. Öptü. Hissettim. Mesajlar! Odama koşup telefonumun gelen kutusuna baktım. Başlarda yoktu. Aşağılardadır belki. Belki de silmişimdir. Rehberimde vardır kesin. Şuursuzca rehberdeki isimlere göz gezdiriyordum. Ama kime bakıyordum? İsmi neydi... Niye hatırlayamıyorum? Bu bir rüya olmalı, birazdan uyanacağım. Uyanamıyorum. Yalpalayarak arkadaşımın yanına gittim. -Neyin var? Ne oldu, yüzün bembeyaz olmuş? -Dışarı çıkınca ne yapacağız? -Bilmiyorum, sen nasıl istersen öyle olsun. Ama hiç iyi gözükmüyorsun. Neyin var? -Şimdi ben çıkmayalım desem ısrar etmeyeceksin yani? -Korkutuyorsun beni. Lütfen oturalım. Dur ben sana bir bardak su getireyim. Kameralar neredeydi acaba. Şaka olması gerek bütün bunların. Şimdi desem ki "Mavi gözlü, siyah saçlı, uzun boylu, yakışıklı, gözlük kullanan, sesi güzel bir erkek arkadaşın var mı?" düşündüm de diyemem. Hayır cevabını alacağım o kadar belli ki... Bir insan neden bu kadar gerçekçi rüyalar görür ki... Kendime geldiğimde içimden geçen ilk anlamlı cümle şöyle oldu; "Rüyalarda buluşmak üzere isimsiz sevgilim."
hasta olursan eğer hemen onu hatırla