cash. Gazeteci Deniz Zeyrek, daha önce Sezgin Baran Korkmaz'ı neden tebrik ettiğini açıkladı, "Sezgin Baran Korkmaz'la hiçbir kişisel ilişkim olmadı. Öyle oteline/yalısına/yatına gitmek, kendisinden hediye almak gibi şeyler bir kenara, herhangi bir vesileyle bir araya dahi gelmedim," diye yazdı. MEDYA 1035 Abone Ol Sezgin Baran Korkmaz'ın maaş aldığı gazeteciler iddialarıyla ilgili Deniz Zeyrek'in de bu gazeteciler arasında olduğu iddia edildi. Sözcü yazarı Zeyrek, Sezgin Baran Korkmaz’la ilgili açıklamada bulundu. Daha önce kaleme aldığı bir yazısında Korkmaz’ı neden tebrik ettiğini açıkladı. Deniz Zeyrek “Kendisi Karslı diye, bütün Karslı gazetecilerin kendisinden “nemalandığı” yazılmaya başlandı. Bu kapsamda benim bir yazım üzerinden de bazıları “O gazeteciler arasında Karslı Deniz Zeyrek de var mı” sorusunu sormaya başladı. Bu abuk imaya yanıt vermeyi dahi zül görüyorum ama sessiz kalmakla da olmuyor” dedi. Zeyrek şöyle devam etti “Karslı gazeteci” meselesi ABD'nin yürüttüğü “kara para” soruşturması çerçevesinde Viyana'da tutuklanan Sezgin Baran Korkmaz'ın siyaset, emniyet, yargı ve basın bağlantıları çok gündemde. Kendisi Karslı diye, bütün Karslı gazetecilerin kendisinden “nemalandığı” yazılmaya başlandı. Bu kapsamda benim bir yazım üzerinden de bazıları “O gazeteciler arasında Karslı Deniz Zeyrek de var mı” sorusunu sormaya başladı. Bu abuk imaya yanıt vermeyi dahi zül görüyorum ama sessiz kalmakla da olmuyor." "Önce iddiaya konu olan yazıyı anımsatmak istiyorum" diye yazan Zeyrek, olayı şöyle özetledi "Pandemi nedeniyle evlere kapandığımız, o bunaltıcı elbiselerin içinde ter kan içinde kalan, yoğunluktan ve ailelere bulaşma riskinden evlerine dahi gidemeyen sağlık çalışanlarını balkonlardan alkışladığımız günlerdi. Betül Türk isimli bir sağlık çalışanı, yorucu bir nöbetin ardından Kars'tan gelmiş, içinde peynir ve bal olan bir kargo ile karşılaşınca bir twit atarak mutluluğunu dile getirmiş ve SBK Vakfı'na teşekkür etmiş. Sezgin Baran Korkmaz da “İyi ki varsınız” diyerek o mesajı tekrar twitlemiş. Normal şartlar altında ikisini de takip etmediğim için bunun farkına varamazdım. Ancak, o zamanki Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen iki mesajı da alıntılayarak “Hem üretimi desteklemek, hem sağlık emekçilerini sevindirmek…” mesajını paylaşınca okuma şansım oldu. Salgının hepimizi umutsuzluğa sevk ettiği bir dönemde karşılaştığım ve hoşuma giden bu mesajları okuyucularımla paylaşmak istedim. 18 Nisan 2020 günü yazdığım yazıya küçük bir kutu açarak, insana dokunan bu paylaşımlar için üçünü de alkışladım, tebrik ettim. Ayhan Bilgen'le tanışır, kendisini Türkiye'nin en önemli insan hakları savunucularından biri olarak görürüm. Ancak Sezgin Baran Korkmaz'la hiçbir kişisel ilişkim olmadı. Öyle oteline/yalısına/yatına gitmek, kendisinden hediye almak gibi şeyler bir kenara, herhangi bir vesileyle bir araya dahi gelmedim Ardahan Eğitim Vakfı yemeği ve aynı uçakla gittiğimiz Kars Havaalanı dışında aynı çatı altında dahi bulunmadım. Ne yalan söyleyeyim, o çirkin imaya dayanak yapılan yazımı yazarken de Ayhan Bilgen'in mesajları paylaşmış olmasını önemsedim ve olayın içindeki dayanışmaya odaklanıp önünü arkasını düşünmedim. O yazıdan yola çıkarak, mesafeyi kaldırdığımı ileri sürüp, hatta beni Sezgin Baran Korkmaz'la ilişkilendirmeye çalışanlara şunu söylemek istiyorum Sadece yasa dışı işler yaptığı söylenen Sezgin Baran Korkmaz değil, yasa dışı işi olmayan herhangi biriyle de tarif edilen tarzda bir ilişkiyi hem mesleki hem insani açıdan “ahlaksızlık” olarak görürüm. Bu tür bir ahlaksızlığın tarafı asla olmadım, bundan sonra da olmam. İma edilmesini dahi hakaret olarak görürüm. Çok saygı duyduğum bir meslek büyüğüm dün telefonla aramıştı. Bu imalara maruz kalmama o da tepki gösteriyordu. “Şu Kars'a destek olma işlerine biraz ara ver, görüyorsun iyilikten maraz doğuyor” dedi. Kars'a verdiğim önemi düzenli takipçilerim bilir. Yıllardır Doğu Ekspresi başta olmak üzere birçok güzel şeyi destekledim, kenti tanıtmaya çalıştım. Bunu, bir ilişkiler ağının ya da lobinin içinde değil, bireysel bir aktivizm olarak sürdürdüm. Esnafın ticaretini, çiftçinin üretimini teşvik edecek her adımı alkışladım. Bunu yaparken de motivasyonum “Karslılık” olmadı. Sadece doğup büyüdüğüm uzaktaki o yoksul kentin refahına, kalkınmasına karınca kararınca, imkanlarım ölçüsünde katkıda bulunmak istedim. Bu çirkin imanın dahi canımı ne kadar sıktığını düşününce, kendisine “haklısınız, iyilikten maraz doğuyor” diyesim geldi ama düşününce “Kars'ın günahı ne” dedim. Gerçekten Kars'ın günahı ne?" Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun Tuna’nın sağ kıyısına yakın bir yerde, buraya dökülen Wien nehrinin iki tarafında düz bir alanda kurulmuş olup denizden 170 m Tuna'nın sağ kıyısına yakın bir yerde, buraya dökülen Wien nehrinin iki tarafında düz bir alanda kurulmuş olup denizden 170 m. yüksekliktedir. Macarca Bécs, Boşnak, Sırp ve Hırvat dilinde Beč olarak geçer. Slovence Dunaj Donava Tuna nehrine işaret eden bir tanımlamadır. Çekçe Viden, Slovakça Viedeň, Lehçe Vieden şeklinde yazılır. Osmanlı Türkleri'nde Macarca'dan alınan Beç ve XIX. yüzyıldan itibaren Viyana olarak geçer. Evliya Çelebi, şehre Macarlar'ın Külvar adını verdiklerini yazmakla birlikte bunun kelimenin etimolojik anlamının ifadesi olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten Beç "şehrin/hisarın dışında" varoşta gibi bir anlama sahiptir ve Macarca külváros kelimesiyle örtüşmektedir Kreutel – Prokosch, s. 131, 289, n. 163. Viyana ismi IX ve X. yüzyıllardaki Magyar hâkimiyetine dayanır ve genelde "yamaç" steilhang şeklinde tercüme edilir ki bu da şehrin o zamanlar ne kadar önemsiz bir yer görüldüğüne işaret eder. Viyana bölgesel konumu itibariyle çeşitli yönlere açılan yolların kavşağında yer alır. 1792'de fevkalâde elçi sıfatıyla burada bulunan Ebûbekir Râtib Efendi şehrin bu konumunu şöyle tarif etmektedir "Beç şehri Avrupa memleketlerinin ekserisine semt ve memer ve Avrupa'nın göbeği makamındadır" Nizâm-ı Cedit'in Kaynaklarından Ebubekir Ratib Efendi'nin "Büyük Layiha"sı, s. 321. Bu anlamda taş devirlerine kadar uzanan arkeolojik bulguların da gösterdiği üzere tarihin en eski dönemlerinden beri bir yerleşim yeri olarak ortaya çıkar. Burada Keltler zamanında 400'lerde Vedunia isminde bir yerleşim yeri vardı. İlkçağ'larda Vindobona adıyla bilinir. Milâttan sonra 50'lerde burada Germen kavimlerine karşı Panonia eyaletinin korunmasını üstlenen bir Roma garnizonu yer almaktaydı. Burası 395'te Gotlar tarafından tahrip edildi. En erken olarak bu yörede cereyan eden bir çarpışma sebebiyle 881'de zikredilmeye başlanan ve ismini yakınlardaki küçük bir nehir olup Tuna'ya akan Wien'den alan Venia adlı bir yerleşim mahalli zamanla Vindobona'nın yerine geçer ve ileride Wien diye bilinecek şehir bu şekilde oluşmaya başlar. Bölgedeki Roma idaresi V. yüzyılda sona erdi ve "barbar" kavimlerin saldırıları önlenemez hale geldi. Doğu Frankları Kralı I. Otto'nun Augsburg yakınlarındaki Lechfeld savaşında Ağustos 955 Magyarlar'ı yenmesiyle başlayan dönem, yalnızca bunların Pannonia bölgesinde bir kısmıyla Macaristan yerleşip zamanla Hıristiyanlığı kabul etmeleriyle sonuçlanmadı, aynı zamanda 976'da kurulan Ostarrichi Österreich/Avusturya Markgraflığı serhad kontluğu sebebiyle Avusturya ve dolayısıyla Viyana'nın da yükseliş dönemine girmesine imkân verdi. Avusturya markgrafları ve hersekleri soyu olan Bavyera asıllı Babenbergerler zamanında 976-1246 gelişen Viyana XI. yüzyıldan itibaren önemli bir ticaret merkezi haline geldi. 1137 tarihli bir belgede ilk defa şehir statüsü verilmiş olarak geçti. 1155'te Babenberger idaresindeki Avusturya hersekliğe dukalık yükseltilince ertesi yıl Viyana da başşehir konumuna erişti ve Ekim 1221'de ticaret mallarının belirli bir zaman şehirde depolanmasını talep etme imtiyazını elde etti. 1237'de yöresel senyörlerin erkinden çıkarak kayzerin doğrudan idaresine bağlanan Viyana 1276'da I. Rudolf tarafından zaptedilerek Habsburglar'ın eline geçti, ancak bu idare altında şehirsel haklarını giderek kaybetti. 1522'de şehirdeki toplumsal kesimlerin isyanı, 1526'da I. Ferdinand tarafından bu hakların tamamen iptal edilmesiyle neticelendi. Hânedanın Viyana üzerindeki bu hâkimiyeti I. Dünya Savaşı sonuna kadar devam etti. 1438-1806 yılları arasında Habsburglar'ın temsil etmeye başladıkları Kutsal Roma Alman İmparatorluğu'nun merkezi oldu. Şehrin ikinci bânisi olarak kabul edilen IV. Rudolf zamanında Prag'daki örneğine uygun biçimde bir üniversite kuruldu 1365 ve XII. yüzyılda Roman üslûbunda yapılan St. Stefan Katedrali'nin gotik tarzda yeniden inşasına girişildi 1359. Viyana 1485-1490 yıllarında Mátyás Corvinus tarafından ele geçirilerek bir müddet Macar Krallığı'nın hâkimiyetinde kaldı. Viyana'da 1469'da piskoposluk, 1723'te başpiskoposluk kurulması şehrin Katolik bir din merkezi haline gelmesinde etken oldu. 1551'de buraya yerleşen Cizvit tarikatının mârifetiyle Katolikliği kabul etmeyenlere karşı kanlı bir mücadele sürdürülmeye başlandı. Yine de şehirdeki Protestanlar'ın oranı 1571'lerde % 80'leri bulmaktaydı. Bu durum II. Maximilian'ı bir "vicdan hürriyeti fermanı" yayımlamaya sevketti. Katolik olmayan nüfustaki bu üstünlük şehrin reformasyon karşıtlığı hareketinden son derece etkilenmesine ve nihayet 1625'te bütün Protestanlar'ın sürülmesine yol açtı. 1640 yılına gelindiğinde yalnız Viyana değil Avusturya da Protestanlar'dan neredeyse tamamen temizlenmiş bulunuyordu. 1648-1740 yılları arasında sürdürülen inşa faaliyetleri Viyana'yı önde gelen bir barok şehir haline getirdi. Bu amaçla yapılan büyük harcamalar Viyana ahalisini zora soktuğundan dönemin hükümdarı VI. Karl'ın ölümü 1740 ferahlıkla karşılandı. Şehirde o zamanlar sıkça ortaya çıkan veba salgınlarından biri 1679'da fazla insanın hayatına mal olmasına rağmen 1700'de tahmin edilen nüfusu 1754'te gibi önemli bir sayıya ulaştı. 2 Mayıs 1750'de miras kalan toprakların Bohemya tacına bağlı olanlarla birleştirilerek devletin bütünlüğü sağlandığında Viyana yeni bir kimlik ve görünüm kazanmaya başladı. Schönbrunn Mustafa Hattî Efendi, s. 38 ve Belvedere dahil birçok sarayın ve hükümet binasının inşa edildiği Maria Theresia dönemindeki 1740-1780 büyük imar faaliyetleriyle kültürel gelişme ve oğlu II. Joseph'in 1780-1790 devlete merkezî bir yapılanmayla yeniden şekil vermeye çalıştığı köklü yenilenme girişimleri neticesinde Viyana'da çok sayıda görkemli resmî bina yükseldi. Bu arada eski imparatorluk sarayı olan Hofburg yakınlarındaki Burg Tiyatrosu millî Alman tiyatrosuna dönüştürüldü 1776. Bu dönemde Almanca'nın resmî dil haline getirilmesi zamanla şehre bir Alman başkenti havası kazandırdı. Kayzer II. Franz'ın 1792-1835 Kutsal Roma Alman İmparatorluğu'ndan feragat ederek Avusturya İmparatorluğu'nu ilân etmesi neticesinde 11 Ağustos 1804 Viyana yeni teşekkül eden Kaiserreich'ın merkezi oldu. Avrupa'da Fransa'ya karşı verilen savaşlar döneminde Viyana 1805 ve 1809'da Fransızlar'ın işgaline uğradı. Napolyon'un hükümranlığının çökmesinin ardından Viyana'da Avrupa'yı yeniden düzene sokacak büyük kongre toplandı 1814-1815 ve şehir yeni muhafazakâr dönemin restorasyon siyasî merkezi haline geldi. 1848 yılının Mart, Mayıs ve özellikle Ekim aylarında patlayan ve Avrupa'nın hemen her tarafına yayılan genel halk ayaklanmaları Viyana Kongresi'yle başlayan baskıcı restorasyon dönemini sona erdirdiğinde Viyana da bu gelişmelerden birinci derecede etkilendi. Restorasyon devrinin mimarı olan Avusturya Başbakanı Prens Metternich, Viyana'yı terketmek zorunda kalırken Kayzer I. Ferdinand tahttan çekildi ve ekim ayaklanması kanlı şekilde bastırıldı. 1857'de kule ve surları büyük ölçüde ortadan kaldırılan Viyana'da bu surların yerinde "ring" adı verilen ve eski şehri çevreleyen geniş bulvar sistemi yapıldı. Zamanla şehrin en tanınmış yapıları bu bulvar üzerinde yer aldı. 1865'te yolcu taşımaya başlayan atlı tramvay hattı 1895'te elektrikli hale getirildi. 1868-1875 arasında Tuna nehrinin taşkınlarını önleyici tedbirler alındı. Nehrin dolambaçlı yatağında düzeltmeler yapılarak şehirden geçen kolundaki suyun akış hızı ve istikameti denetim altına alındı Tuna Kanalı. 1873-1910 yıllarında şehrin ihtiyacını karşılamak için geniş bir su şebekesi kuruldu ve nihayet buraya gelen suyu kaynağından taşımak üzere 100 km. uzunluğunda kapalı bir kanal inşa edildi. 1873'te bir dünya sergisine ev sahipliği yapan Viyana'da ilk kız lisesi gymnasium 1892'de açıldı. Böylece devrin önde gelen meselelerinden biri olan kadın hakları konusunda önemli bir gösterişte bulunuldu. Franz Joseph zamanında 1848-1917 yeni yol şebekeleriyle donatılan ve 1890'da varoşların şehre dahil edilmesiyle nüfusu 1,5 milyona yükselen Viyana böylece Avrupa'nın en kalabalık şehirleri arasına girdi. Civar semtleri birbirine bağlanmış modern bir şehir haline getirilmekle beraber St. Stefan Katedrali merkezli eski şehir Alt-Stadt dokusunun tarihsel mekân özelliği korundu ve yaşatılmasına özen gösterildi. Başlayan sanayileşme neticesinde nüfusun 1870-1914 yılları arasında 2 milyona dayanması yine de şehri fazla kalabalığın tahribatından kurtaramadı; toplumsal huzursuzluk ve yaygın sefalet sosyal-demokrat akımlara revaç verdi ve oluşan işçi sınıfının sefaletine içinde yaşanılan şehir de ortak oldu. 30 Ekim 1918'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla Viyana yeni kurulan 12 Kasım 1918 Avusturya Cumhuriyeti'ne başşehir yapıldı ve 10 Kasım 1920'de müstakil federal bir eyalet haline getirildi, 19 Kasım'da kendi şehir anayasasını kabul etti. Siyasî ve içtimaî huzursuzluklar savaş sonrasındaki döneme damgasını vurdu. 15 Haziran 1927'deki Marksist ayaklanma, Adalet Sarayı'nın yakılması dahil yaşanan olumsuzluklar, şehrin idaresini elinde tutan sosyalist harekâtın 1934'te zorla bertaraf edilmesine kadar sürdü. II. Dünya Savaşı arefesinde Avusturya, Nazi Almanyası tarafından ilhak edildiğinde Anschluss, 12 Mart 1938 Viyana merkez olma ayrıcalığını savaş sonuna kadar kaybetti. Viyana savaşın son döneminde müttefiklerin hava saldırıları sebebiyle büyük tahribata uğradı. Mevcut binaların % 20'si yıkılırken yaklaşık bina oturulamaz hale geldi. Çıkan yangınlarda tarihî St. Stefan Katedrali de etkilendi. Viyana Nisan 1945'te Kızılordu'nun eline düştü ve 1955'e kadar müttefiklerin İngiliz, Fransız, Rus, Amerikan askerî işgali altında dört bölgeye bölünmüş olarak kaldı. Şehrin bölüşülemeyen tarihî merkezi dönüşümlü bir şekilde idare edilmeye başlandı. Yenilgiye ve işgale rağmen Viyana, Nazi tahakkümü sonunda Doğu blokunu teşkil edecek komşu ülkeler gibi tek başına Sovyet Rusya eliyle kurtarılmamış olmanın mutluluğunu yaşadı. Ruslar'ın seksen kadar mücâvir yerleşim bölgesini dahil ederek 1946'da kurdukları Büyük Viyana idaresi 1954'te sona erdiğinde ilâve edilen yerler tekrar Aşağı Avusturya bölgesine iade edildi. 15 Mayıs 1955'te Avusturya hürriyetine kavuştu ve aynı yılın sonbaharında işgal ortadan kalktı. Viyana, Prag ve Venedik gibi tarihsel zenginliği yanında Avrupa'nın gerçek mimari ve sanat eserleri merkezleri arasında ön sırada yer alır. Şehir kendine has özellikleriyle tanınır. Şehre damgasını vurmuş, başta Mozart olmak üzere dünyaca meşhur büyük bestekârlarıyla klasik müziğin merkezlerinden biri sayılan Viyana, iki defa kuşatma altına alınmasının yanında yüzyıllar boyunca devam eden Türk savaşlarının tarihsel miras ve hâtırasını turistik bir sermayeye dönüştürmede de başarı kazandı. Şehrin sokak ve binalarında korunan Türk izleri, zenginlik ve çeşitlilik açısından emsalleri arasında ön sıralarda yer alan müzelerindeki Türk ganimetleri, zafer alâmetleri, Türk şarkıları, porselen resimleri, genelde Türk içeceği diye adlandırılan kahve ve açılan ilk kahvehaneleri, Viyana ay çöreklerine kadar uzun geniş bir liste teşkil eder. Viyana ayrıca tiyatro, opera, filarmoni orkestrası, dünyada başka örneği bulunmayan İspanyol binicilik okulu gibi etkinlikleriyle de Avrupa'nın en önde gelen kültür merkezlerinden biridir. Şehir, İnternasyonal Atom Enerjisi Organizasyonu IAEO, Petrol İhraç Eden Ülkeler Organizasyonu OPEC gibi bir dizi uluslararası kuruluşa ev sahipliği yapmakta, Birleşmiş Milletler teşkilâtının merkezlerinden biri olarak da UNO-City hizmet vermekte, günümüzde de birçok önemli devletler arası görüşme ve antlaşmanın yapıldığı tarafsız bir yer niteliğinde öne çıkmaktadır. Viyana 2010 yılı itibariyle kadar bir nüfusa sahipti, burada yaşayan Türkler'in sayısı bulmaktadır. Viyana ve Türkler. Viyana, Osmanlı dünyasında hakkında çeşitli efsaneler üretilmiş, ele geçirilmesi ana hedef olarak gösterilen kızılelma şehirler arasında yer almıştır Teply, Türkische Sagen und Legenden, s. 34-73. Bosna'nın fethinden sonra 1463 devam eden Türk akıncılarının saldırılarının Krain Karinya bölgesine erişmesi, 1471 ve 1473 yıllarındaki akınların Steiermark İştayer ve Kärnten Karinyola/Karanite Mustafa Efendis Gesandtschaftsreise, s. 143-181 bölgesine sirayet etmesi, Avusturya ana topraklarının tehlike altında bulunduğunu gözler önüne sermiştir. Macaristan'ın çökmesi 1526, Avusturya sınırlarına doğru ilerleyen Türk gücünün Viyana için de artık büyük bir tehdit unsuru teşkil ettiğini göstermiştir. 1529'daki ilk muhasara mevsimin ilerlemiş olmasından dolayı ucuz atlatılmıştı. 10 Mayıs'ta İstanbul'dan hareket eden ordunun esas hedefini Viyana teşkil etmediğinden muhasara hazırlıklarıyla yola çıkılmamıştı. 22 Eylül'de şehrin önlerine gelinmekle beraber hava muhalefeti eylül sonuna kadar ciddi bir baskıda bulunulmasını engelledi. 1 Ekim'de başlayan muhasaranın ikinci faslı havaların düzelmesiyle hareketli geçti, özellikle lağım patlatmaları askerî harekâtın ağırlıklı noktasını oluşturdu. Şehirde iki aylık bir gıda stokunun mevcudiyeti, daha erken tarihlerde başlatılacak bir muhasaranın başarılı bir sonuç verebileceğine işaret etmektedir. Buna rağmen askerin huzursuz ve gayri memnun hali, bizzat padişahın kış bastırmadan İstanbul'a varmak istemesi muhasaranın kaldırılması kararının alınmasında etkili oldu 14 Ekim ve Arşidük Ferdinand'ın şehirde bulunmaması buna gerekçe gösterildi. Böylece 18 Ekim'de ordu ağırlıklarıyla birlikte tamamen çekilmiş bulunuyordu Bernhauer, s. 27. 1532 Alman seferi, 1566 Sigetvar ve nihayet Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa'nın 1663 Macaristan seferi yönünü her an Viyana'ya çevirmeye hazır potansiyel tehlikeler oluşturmaya devam etti. Osmanlı ordusunun kapılarına ne zaman dayanacağı kâbusu 1683'te gerçekleştiğinde bunun şehrin kurtulması dışında büyük bir Türk bozgunuyla neticeleneceğinin hayali dahi mümkün değildi. İlk muhasaranın aksine savaşın doğrudan hedefi seçilerek hazırlıkların ona göre yapıldığı ikinci muhasara 14 Temmuz - 12 Eylül arasında devam etmişti ve bunun başarıyla sonuçlanması kuvvetle mümkün görünüyordu. Mart sonunda Edirne'de toplanan Osmanlı ordusu, bu tarihten itibaren Avrupa'da özellikle Papa XI. Innocent önderliğinde Alman âlemi yanında Lehistan'ı da içine alan, ardından Venedik'le Rusya'nın da katılacağı büyük bir ittifakın meydana gelmesine yol açtı. İstolni Belgrad'a varıldığında Viyana'nın hedef alındığı resmen açıklandı. Bu karar Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın bir emrivâkisi olmakla beraber IV. Mehmed tarafından onaylandı. Viyana'da ise Kayzer I. Leopold ve ahaliden kadarı şehirden ayrıldı. Passau'ya giden kayzer bir kurtarma ordusu teşkili için çalışmalarını buradan yürüttü. Şehrin savunması Kont Ernst Rüdiger von Starhemberg'e havale edildi. Savunmacılar için gayet zorlu geçen muhasara, Lehistan Kralı Sobieski kumandasında yola çıkan kurtarma ordusunun müdahalesiyle büyük bir felâketle sonuçlandı ve mücadelenin Karlofça Antlaşması ile 1699 bitecek genel bir savaşa dönüşmesine yol açtı. Türk tehlikesinin savuşturulması ve bunun kalıcı hale gelmesi, Erdel'den Adriyatik'e kadar uzanan bütün Avusturya serhaddi boyunca büyük bir rahatlama getirirken bu zaferlere eşlik edenler giderek kahramanlıklarıyla efsaneleştirilmeye ve abartılı biçimde yüceltilmeye başlandı. Viyana'da resim, heykel ve edebiyat alanında yenilen Türkler'le ilgili sayısız eser üretilmeye başlanırken geri çekilmek ve savaşları artık kendi sınırları içinde göğüslemek zorunda kalan Osmanlı'nın muhayyilesinde bu şehirle ilgili söylemler tamamen etkisini kaybetti ve kısa zamanda unutulma raddelerine geldi. Avusturya tarih yazımında şehrin ilk muhasarasıyla ilgili müstakil anlatımlar XIX. yüzyılda kaleme alınan genel tarihlerin içinde yer alır. Genelde fazla ilgilenilmeden kalan bu olay Türk tehdidinin bertaraf edilmesiyle giderek daha çok popüler tarih yazılımının konusu haline gelir. İkinci muhasaranın zaferle sonuçlanmasının da ilâvesiyle Türkler'e karşı kazanılan savaşlar bu tür yazılımların ana malzemesini ve yüzyıllar boyunca Türkler karşısında uğranılan yenilgilerin âdeta intikamının alınmak istendiği, her türlü olumsuzluklarla yüklü aşağılama furyasının esasını teşkil eder. Viyana öngörülen belirli bir zamanda müslümanların eline geçeceğine inanılan bir şehirdi. Şehrin daha kuruluş anında Hz. Îsâ'nın havârisi Simon Petrus Evliya Çelebi'nin ifadesiyle Şem'ûn-ı Safâ, Seyahatnâme, VII, 248-Teply, Türkische Sagen und Legenden, s. 16 Sultan Süleyman tarafından yapılacak muhasaranın bir netice vermeyeceği, ancak Sultan IV. Mehmed zamanındakinden çekinilmesi ve Türkler'le hemen barış yapılması gerektiği kehanetinde bulunur. 8 Haziran 1665'te Kara Mehmed Paşa'nın sefâret heyeti içinde Viyana'ya giden Evliya Çelebi şehri bir kitap hacminde Seyahatnâme, VII, 223-327; Almanca'sı, R. Kreutel – E. Prokosch, s. 55-263 etraflı bir anlatımla Türk okuyucusuna tanıtan tek yazardır. Doğudan batıya badem şeklinde uzandığını belirttiği Beç Kalesi'ni özellikle askerî yönden işe yarayabilecek gözlemleriyle tarif eder. Kale Tuna kenarında kalın, sağlam ve dayanıklı beş adım genişliğinde tuğla, Beç suyu tarafında ise daha alçak olmakla beraber daha kalın ve derin temelli büyük taş duvarlarla çevrilidir. Şehrin bu kıyısı, hâsılâtı altın tutan gümrük ve mahzenlerin bulunduğu ve pek çok malın getirildiği bir iskele mahallidir. On adet büyük tabyasının Beç suyu tarafı 2000 adımdır ve bunların her birinde ellişer parça balyemez topu yer alır. Kalenin tamamında her birinde kırk elli balyemez topu bulunan yirmi yedi tabya mevcuttur. Nehre açılan küçük kapılar dışında beşi ana yol kapısı olmak üzere şehrin sekiz büyük kapısı vardır. Kalenin etrafı büyük hendeklerle çevrilidir, Tuna kenarındaki iki kat duvar önünde hendek yoktur. Kalenin genel çevre uzunluğu adımdır. Dayanıklı bir hisar ve şanı yüce amansız bir Alman kalesi olarak nitelediği Viyana için Evliya Çelebi'nin dileği burasını Cenâb-ı Hakk'ın iman sahiplerine nasip etmesidir. Şehrin dışında varoşlardaki yerleşime Evliya Çelebi de dikkati çekmiş, buraların ekili, bahçeli evler ve saraylarla, kilise ve manastır, han ve dükkânlarla donatılmış mevcut zenginliğine vurgu yaparken gazilerin ufukta görünen kızılelma hayallerine canlılık kazandırmak ister gibidir. Viyana, Türk askerlerinin "gānim" tarihinde meydana gelecek "ganimet gününe" hazırlanmak üzere Seyahatnâme, VII, 248 hendekler, şarampollar ve tabyalar inşasıyla devamlı takviye edilerek müstahkem hale getirilen, her bir köşesinden yükselen burç ve tabyalarıyla âdeta Elburz dağına dönüştürülen "lânetli" bir kaledir. Bu niteleme muhtemelen ikinci muhasaranın bozgunla biten hikâyesinden etkilenmenin bir sonucudur. Şehrin doğu istikametinde Budin ve Estergon tarafına açılan Frenk Kapısı'ndan girilip 1000 adım kadar ilerlediğinde İstanbul'daki Divanyolu'na benzer bir cadde üzerinde İmparator Sarayı yer alır. Doğu istikametine açılan kapısı Saray Kapısı adını taşır. Bunun hendeğinin elli adım ötesinde Beç suyu akar. Burada beş gözlü büyük bir köprü vardır. Saray Kapısı önündeki mürver ağacı Teply, Türkische Sagen und Legenden, s. 26 çok büyük ve emsalsiz bir ağaç olup Evliya Çelebi'nin kaleminde bir İslâm velîsine dönüştürülen Şem'ûn-ı Safâ'nın elindeki asâyı toprağa daldırması ile yetişmiştir. Efsane ve gerçeklerle örülü anlatım içinde Aziz Stefan Katedrali'nin 770 basamaklı çan kulesi üzerindeki altın top ve bunun üzerine Türk alâmeti olarak oturtulan hilâl ve güneş-yıldız alemi Türkler'den ziyade Viyanalılar'ın ilgisini çekmiş ve ezelî düşmanı temsil eden böyle bir işaretin kutsal kilisenin tepesinde ne aradığına dair mâkul bir açıklama yapılamamasının sıkıntısı yaşanmıştır. 1529 muhasarasında, kilisenin kulesinin ilerideki fetihte camiye çevrileceğinden minare vazifesini göreceğini öngörerek top ateşiyle yıktırmaktan imtina eden Kanûnî Sultan Süleyman, "150 okka saf altın"dan döktürdüğü bir topu sonraki muhasaralarda dokunulmazlığına işaret etmek üzere Arşidük Ferdinand'a göndermiş ve bu "Ungurus Alamanı kızılelması"nı kulenin tepesine koymasını istemiştir. Türkler uzaklaştıktan sonra Arşidük Ferdinand bu topun üzerine üstünlük nişanesi şeklinde altın ay ve gümüşten bir güneş-yıldız tasviri oturtmuştur Evliya Çelebi, s. 238; Teply, Türkische Sagen und Legenden, s. 34. Diğer bir söylem olarak hilâl ve güneş-yıldız işaretinin kulenin tepesindeki haç yerine konulmak üzere gönderildiğine dair kayıt Cantemir, I, 288 konunun ruhuna ve tarihsel gerçekliğe daha uygun düşmektedir. Bu işaretin Ortaçağ'lardan kalma mânevî ve maddî gücün sembolü olduğuna ve daha 1516'da kulenin tepesine yerleştirildiğine dair ileri sürülen yorumlar Tomenendal, s. 169, müslümanların timsalleri olarak yücelttikleri hilâl işaretinin bir hıristiyan katedralinin tepesinde ne aradığı sorusuna tatmin edici bir cevap teşkil etmemiştir. Nitekim ay-yıldız alâmeti II. Viyana Muhasarası'nın kaldırılmasının ardından hemen sökülmemiştir. Bu iş için Türk hezimetinin kalıcılığı beklenmiş, 1686 yazında Belgrad'ın muhasara edilmesinden sonra üç yıl daha geçmesi icap etmiştir ki bu da Türk tehdidinin tekrar geri dönebileceği korkusundan kaynaklanan ciddi bir tereddüt dolayısıyla müslüman aleminin ne anlama geldiğine işaret eder. Söz konusu alâmet 15 Temmuz 1686 tarihinde sökülmüş ve 14 Eylül'de yerine bir haç-yıldız takılmıştır. Hareketsiz olan bu alem rüzgâra dayanamayıp kırıldığından 1687 yılı Temmuz-Ekim ayları içinde tepeye haç ve bir rüzgâr horozu yerleştirilmiştir Teply, Türkische Sagen und Legenden, s. 52. Evliya Çelebi'nin "üzerine kuş konamaz, rüzgârda fırıldak gibi döner bir haçlı çark" şeklinde tarif ettiği bu değişikliğe değinen anlatımı Seyahatnâme, VII, 238-239, kendisinin 1687'de hayatta bulunması gerektiği gibi ayrıca çok önemli bir çıkarımı imkân dahiline sokmuştur Teply, Türkische Sagen und Legenden, s. 52-54. Türk alâmeti ise bugün, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Vidin Seraskeri Abaza Kör Hüseyin Paşa'nın mezarlarından çıkarılan kafatasları ve Avusturyalılar'ın yanında diğer Alman dünyasından gelen sade askerinden kumandanına kadar müttefik kuvvetlerin uyguladıkları bir ayıp şeklinde işgal ettikleri yerlerdeki mezarları tahrip ve Türk kafatasları ve kemiklerini zafer nişanesi diye memleketlerine götürmeleri âdetinin bir kalıntısı olarak daha bazı zafer ganimetleriyle beraber mezar taşları, çeşitli binalardan sökülen kitâbeler şehrin Tarih Müzesi'nde sergilenmektedir. Zafer nişanesi diye sergilenen kafatasları utanılması gereken bir teşhir olarak ayıplandığından yakın zamanlarda nihayet mahzene kaldırılmıştır. Viyana-İstanbul arasında gidip gelen elçiler iki devlet arasındaki diplomatik yoğunluğu gösteren önemli bir ölçektir. 1488-1792 yılları arasında İstanbul'a gelen 130 imparatorluk elçisine karşılık Viyana'ya giden Türk elçilerinin sayısı seksen-doksan kadardır Teply, Österreich in Geschichte, s. 14. Bunların da Avusturya tarafından gelenlerin aksine ikamet elçileri olmadığı bilinmektedir. Avrupa'nın önde gelen bazı merkezlerinde ikamet elçiliklerinin ihdası III. Selim devrinde gerçekleşti. Viyana'ya ilk ikamet elçisi olarak İbrâhim Afif Efendi tayin edildi ve itimatnâmesini 1797 Eylül ayında sundu Kuran, s. 43. Elçiliğin Osmanlı Devleti'nin başından itibaren, hatta II. Abdülhamid döneminde bile Viyana'da bir kira evinde temsil edilmesi Akyıldız, s. 147, geç başlayan münasebetlerin artık tamamen önemini yitirmiş ve sıradan bir komşuluk ilişkisine indirgenmiş olduğunu göstermektedir. Viyana'da ilk Türk diplomatik temsilciliği şehbender konsolos adıyla 1718 Pasarofça Antlaşması ile sağlandı ve 1726'da Viyana'ya gönderilen Kazgancızâde Ömer Ağa âdeta bir ikamet elçisi gibi orada bulunan ilk Osmanlı diplomatı oldu Çelebizâde Âsım, s. 307-308; Uzunçarşılı, IV/1, s. 151. 1665'te Viyana'ya sefirlik vazifesiyle gönderilen İbrâhim Paşa'nın kethüdâlığını yapan ve birtakım tanışıklıklar peyda eden Ömer Ağa bu vazifeyi 1732 yılına kadar sürdürdü. Osmanlı tüccarlarının işlerine bakmak, onların rahatça gidip gelmelerini sağlamak, vâris bırakmadan ölenlerin terekelerine devlet adına el koymak, çeşitli yerlere ticarî imtiyazlarla vekiller tayin etmek gibi yetkilerle donatıldı. Ömer Ağa ayrıca İbrâhim Müteferrika'nın sipariş ettiği haritaları temin etti, hatta Viyana'da bir cami açılması talebinde bulundu. Nihayet gerçek bir elçi gibi davranmasından ötürü baştan beri böyle bir temsilciliği içine sindirememiş olan Avusturya'nın rahatsızlığına ve istenmeyen adam olarak geri dönmesi için çeşitli girişimlerde bulunulmasına yol açtı Wurm, XLII [1992], s. 169 vd.. Pasarofça'ya istinaden yapılan ticaret antlaşmasıyla Osmanlı vatandaşları Viyana'ya serbestçe girebilme hakkını elde ettiğinden müslüman ve gayri müslim tüccar şehre gidip gelmeye başladı Tomenendal, s. 57. Osmanlı vatandaşı oldukları için yahudiler yerli yahudiler gibi horlanmadı ve şehre giriş resmini ödemek zorunda kalmadı. Osmanlı yahudilerinin sayısı 1761'den itibaren artış gösterdi. Bunlar Avusturya'da uygulanan yahudilerle ilgili kısıtlamalardan etkilenmediler. XIX. yüzyılın sonlarında yaklaşık 800 kişi Osmanlı vatandaşı olarak Viyana'da yaşamaktaydı. Nazi Almanyası'nın 1938'deki ilhakında elli kadar Türk yahudi pasaportlarını ibraz ederek tâciz edilmeden şehri terkedebildiler. Viyana'daki Türk-Yahudi Sinagogu 1885-1887 yılları arasında inşa edildi. Giriş avlusunda Franz Joseph ile II. Abdülhamid'in resimleri asılıdır. Bu sinagog Türk Mâbedi Türkischer Tempel olarak anılmıştır. Avrupa ülkelerine yaptığı seyahat esnasında Viyana'ya resmî bir ziyaret gerçekleştiren ilk ve son Osmanlı padişahı Abdülaziz'dir. 27-30 Temmuz 1867'de Viyana'da bulunan Abdülaziz, Schonbrunn Sarayı'nda ikamet etti, çeşitli etkinliklere katıldı. Viyana, Osmanlı Devleti'yle gelişen savaşlar ve siyasî münasebetler sebebiyle XV. yüzyıl ortalarından itibaren Türk dilinin öğretilmesinin merkezi haline geldi. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Viyana'da dil öğrenimi için üniversitede bir kürsü ihdas edildi; 1674'te verilmeye başlanan Şarkiyat eğitimi giderek akademik bir mahiyet aldı. Saray tercümanı François à Mesgnien Meninski'nin dört ciltlik çok dilli büyük sözlüğü 1680-1687 yılları arasında Viyana'da basıldı. II. Viyana Muhasarası esnasında matbaa, hurufat ve basılı eserlerin önemli bir kısmı çıkan yangında zayi oldu. Osmanlı yazma eserleri zaman içinde Viyana'da toplandı ve kütüphanelerin saygınlığını arttıran bir zenginlik göstergesi olarak görüldü. Mevcut Arapça, Farsça ve Türkçe yazma eserlerin Gustav Leberecht Flügel tarafından hazırlanan üç ciltlik katalogu Die arabischen, persischen und türkischen Handschriften der kaiserlich und königlichen Hofbibliothek zu Wien, I-III, 1865-1867 bu durumu yeterince teyit eder. Maria Theresia döneminde ticaret ve diplomatik hizmet sahasındaki ihtiyaca da cevap vermesi beklentisiyle 1754'te Şark Dilleri Akademisi Akademie der orientalischen Sprachen kuruldu von Starkenfels, s. 7. 1886'da üniversitede Şarkiyat Enstitüsü açıldı, Viyana bu sahada günümüze kadar gelen bir merkez olma konumunu korudu. Sahanın büyük ismi şüphesiz ki 1856'da Viyana'da ölen Joseph von Hammer-Purgstall'dir. İstanbul'a gelerek burada vazife gören fevkalâde ve ikamet elçilerinin iç ve dış siyasî gelişmeler, yaptıkları görüşmeler, devlet adamları, padişah ve ailesi, saray ve başta askerî olmak üzere hemen her konuyla ilgili devletin genel durumunu aksettiren raporları Osmanlı Devleti'nin tarih yazılımının ana kaynakları arasında yer almaktadır. Özellikle elçilerin hazırladığı, önemli bir kısmı basılmakla beraber yazma nüshalar halinde değerlendirilmeyi bekleyen pek çok sefâretnâme vb. telifat Osmanlı beşerî coğrafyasının tanınması açısından büyük değer ifade etmektedir. Viyana'daki imparatorluk arşivi Haus-, Hof- und Staatsarchiv Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar gelen belge birikimine sahiptir ve 1797'de ortadan kalkan, uzun zamanlardan beri daha önceki yüzyıllarda görülen eski gözlem becerisinin ve belge yoğunluğunun kalmadığı Venedik'teki arşiv zenginliğinin üstünde bir önem arzeder. Bütün bunlara kütüphanelerdeki Osmanlı dönemiyle ilgili bazısı unutulmuş, bazısı hâlâ keşfedilmeyi bekleyen -Hammer'in dört ciltlik Osmanlı-Avusturya münasebetlerini ele alan yazma eseri gibi- evrak kütüphaneler dışında, özellikle ordu teçhizatı ve her türlü askerî malzeme açısından öne çıkan müzelerde ve saraylarda, çeşitli özel ve resmî mekânlardaki sayısız resim, gravür, harita gibi görsel malzeme ve albümler Osmanlı tarihi araştırmaları açısından Viyana'yı hâlâ vazgeçilmez kılmaktadır. Viyana Müftülük Merkezi 1878-1918. 1878 Berlin Antlaşması ile Bosna-Hersek'i ele geçiren ve 1908'de bunu resmî bir ilhak haline getiren Avusturya-Macaristan idaresi Enciklopedija Jugoslavije, I, 114-115 böylece önemli bir müslüman nüfusu bünyesine almak zorunda kaldı. Bunlarla ilgili din işleri doğrudan Viyana'ya bağlı bir müftülük eliyle yürütüldü. Bosna-Hersek'te de reîsülulemâ makamı ihdas edildi DİA, XXXIV, 549-550. İslâm dini 15 Temmuz 1902'de devletin resmen tanıdığı dinler arasına girdi. 1913'te Bosnalı müslümanlar için Viyana'da bir cami yapılması planlandı. Ancak I. Dünya Savaşı sonunda Bosna-Hersek dağılan imparatorluktan ayrıldığı için böyle bir ihtiyaç ortadan kalkmış oldu. Ayrıca İslâm dininin resmî din olarak tanınması durumuna da son verildi. Savaşın ardından sayıları birkaç yüze inen müslümanlar teşkilâtsız kaldı. 1939'da Viyana'da İslâm Kültür Derneği Islamischer Kulturbund kuruldu. İslâm dininin tekrar resmî bir din olarak tanınması 1979'da gerçekleşti. Böylece müslüman topluluğa örgütlenme ve Viyana'da bir mezarlığa sahip olma hakkı veriliyordu. Viyana belediyesinin Hubertusdamm semtinde bağışladığı 8300 m2'lik bir alan içinde 1 Temmuz 1977'de 300 m2 üzerine temeli atılan Viyana Camii 20 Kasım 1979'da 1 Muharrem 1400 ibadete açıldı. Kubbe yüksekliği 16,5, minare boyu 32 m. olup imam ve müezzin evi, Kur'an mektebi ve 400 kişilik toplantı salonu bulunmaktadır. 65 milyon şilin tutan yapım masraflarının büyük kısmı Suudi Arabistan tarafından karşılanmıştır. 25 Haziran 1967'de Viyana'da Avusturya ile Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Endonezya gibi müslüman devlet temsilcileri arasında İslâm Merkezi kuruluş belgesi imzalandı. 1982-1983 ders yılında İslâm dini, ders kitaplarına ve eğitim programlarına girdi. Bundan hareketle Viyana'da İslâmî Din Pedagojisi Akademisi Islamischer Religionspädegogischer Akademie kuruldu. Akademinin amacı Avusturya'da verilen din dersleri için hoca yetiştirmektir. Viyana'da ayrıca bir İslâm lisesi Islamisches Gymnasium in Wien bulunmaktadır. Kaynak TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ BİM aktüel ürün kataloğunda yer aldığı iddia edilen psikolog seansı sosyal medyanın gündemine oturdu. BİM'de seans ücreti 200 TL olan psikolog hizmeti verileceği iddia edildi. 12 Ağustos Cuma gününden itibaren BİM Aktüel ürünlerinde psikolog bulunacağına dair katalog görselleri bir çok Twitter kullanıcısı tarafından paylaşıldı. Peki BİM psikolog gerçek mi, doğru mu? BİM psikolog seansı gerçekten var mı, olacak mı? İşte 8-12 Ağustos BİM aktüel ürünler kataloğu... BİM PSİKOLOG GERÇEK Mİ, DOĞRU MU? İddia ilk olarak bir Twitter hesabından paylaşıldı. Hesaptan "BİM'e psikolog geliyormuş" notuyla paylaşılan tweet kısa süre içinde beğeni ve retweet alırken bir süre sonra paylaşım silindi. Ancak paylaşımlar hızla viral olunca BİM aktüel ürünler kataloğu araştırılmaya başlandı. Öncelikle hemen şunu belirtelim ki iddianın gerçeklik payı yok. Gerçek afişe bakıldığında görselde FAKİR erkek bakım seti yer alıyor. Set ise 449 TL'ye satılmakta. BİM AKTÜEL ÜRÜNLER KATALOĞU TAM LİSTE! BİM'de 9 – 12 Ağustos 2022 tarihlerinde yer alacak indirimli ürünler şöyle; Haberler Haberler BİM psikolog seansı gerçekten var mı, olacak mı? 8-12 Ağustos BİM aktüel ürünler kataloğu! BİM psikolog gerçek mi, doğru mu? Şanlıurfa'nın Bozova ilçesi Atatürk Barajı kıyısında olan yer alan Bozova Çatak Sosyal Tesisleri tatile gitmeyenlerle dolup 18, 2016Urfa şehrine şanlı ismi ne zaman ve neden eklenmiş?1984'te "şanlı" unvanı aldı Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşı, Kurtuluş Savaşı'nda gösterilen kahramanlıktan dolayı Urfa'nın adının ''Şanlıurfa'' olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifini TBMM'ye sundu. Teklif, 12 Haziran 1984'te kabul edilerek adı ne zaman verildi?Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifinin TBMM tarafından 12 Haziran 1984 tarihinde kabul edilmesiyle şehre Şanlı unvanı verilmiştir. 2016 yılında ise Şanlıurfa halkının Türk …Nerede denize girilir?En güzel deniz tatiline nokta atışı yapmak isteyenler önce buraya, sonra buraya plajı Ayvalık … Kefalos plajı GökçeadaAyazma Plajı Bozcaada … Lara Plajı Antalya … Kaputaş Plajı KaşÖlüdeniz FethiyeÇıralı Plajı Antalya8. Ilıca ÇeşmeŞanlı Urfa nasıl bir yer?Şanlıurfa Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer almaktadır. Suriye'ye komşu olan şehir, İpekyolu güzergahı üzerindeki en eski yerleşim yeridir. Doğu ile Batı arasındaki ticaret ağının kesiştiği noktada yer aldığından stratejik bir öneme kim savundu?Hacı Mustafa Hacıkamiloğlu başkanlığında oluşturulan Kuva-i Milliye ordusu 7 Şubat 1920'de şehirdeki Fransız komutana bir ültimatom vererek 24 saat içinde Urfa'yı boşaltmalarını Fransızlara karşı kim savundu?Bundan tam 98 yıl önce, Kuva-yi Milliye kuvvetleri, Ali Saip Bey komutasında Fransızlara karşı yiğitçe karşı koyarak Urfa'nın kurtuluşunu nerede denize girilir 2021?İstanbul'da Denize Girilecek Sakin Yerler1 — Şile Kızılca Köy Sahili / Şile. … 2 – Uzunya Plajı / Kilyos. … 3 – Sofular Plajı / Şile. … 4 – Sahilköy Köyü / Şile. … 5 — Saklı Koy Plajı — Kabakoz / Şile. … 6 – Akçakese Sahili – Akkaya Plajı / Şile. … 7 — İmrenli Köyü Sahili / Şile. … 8 — Tırmata Beach / Kilyos. evliya çelebiZiyaretçi 4 Kasım 2009 Mesaj 1 Evliya Çelebi'ye ait gezi yazısı örnekleri var mı? EN İYİ CEVABI _KleopatrA_ verdi Seyahatnameden SeçmelerViyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden Soğuğu Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar Hezarfen Ahmed Çelebi Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir. Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler. Lagarı Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı. İstanbul Beyanındadır Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”DEVAMI Evliya Çelebi Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 1725 _KleopatrA_Ziyaretçi 4 Kasım 2009 Mesaj 2 Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir. Seyahatnameden SeçmelerViyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden Soğuğu Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar Hezarfen Ahmed Çelebi Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir. Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler. Lagarı Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı. İstanbul Beyanındadır Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”DEVAMI Evliya Çelebi Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 1724 MisafirZiyaretçi 5 Mart 2011 Mesaj 3 Evliya Çelebi Darüşşifayı Anlatıyor 1682 yılında Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, külliyeden; “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz “ diye bahseder. Ünlü seyyah, ayrıca külliye için şu ilginç tanımlamaları kullanmıştır “Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San’atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır. Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur. Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur. Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar. Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler. Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler...” Darüşşifa Konuşma dili , anlatım biçimi ile Türk kültürünü devam ettiren 'EVLİYA ÇELEBİ' Darüşşifa'dan bahsederken şu cümleleri kullanıyor Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 1723

viyana da deniz var mı