TurSûresi'nin ayet ayet türkçe tefsirini hem okuyabilir, hem de videosunu izleyebilirsiniz Tur Sûresi 1. ayet. Tur Sûresi 2. ayet. Tur Sûresi 3. ayet. Tur Sûresi 4. ayet. Tur Sûresi 5. ayet. Tur Sûresi 6. ayet. Tur Sûresi 7. ayet. Tur Sûresi 8. ayet.
Mesajkendi bağlamı içerisinde okunduğu zaman düşünce, duygu, akıl, ruh, iman ve amel ona göre şekillenir. Çevirmenin bu nedenle kaynak metni (Kuran’ı) iyi anlaması ve anlamı 43Bk. Nahl Suresi 89. Ayet, Ankebut Suresi 51. Ayet, Kaf Suresi 45. Ayet, Ali İmran Suresi 19. Ayet, Kamer Suresi 17.- 22. – 32. ve 40. Ayetler, Hud
24 Sure. Nûr Suresi 39. Ayet Meali, Nûr 39, 24:39. İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.
1 Gittiği yolun bir serap gibi gerçek dışı olduğunu anlar ve gerçekle baş başa kalır. Allah\ın vahyinin gerçek olduğunu görür. Hasan Basri Çantay Meali. O kâfirler (e gelince:) Onların amelleri (etrafında dağlar ve tepeler görünmeyen) dümdüz ve engin çöllerdeki bir serab gibidir ki susayan onun bir su olduğunu sanır.
NÛR24:39 - İnkarcılara gelince, işleri, çöldeki bir serap gibidir. Susayan onu su sanır. Yanına varınca onu bulamaz, ancak orada ALLAH’ı bulur; O da onun hesabını tam görür. Kuşkusuz ALLAH hesabı çabuk görendir. İnkarcılara gelince, işleri, çöldeki bir serap gibidir. Susayan onu su sanır.
cash. Nûr Sûresi 39. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Nûr Sûresi Hakkında Nûr sûresi Medine’de nâzil olmuştur. Âyetlerin iniş sebeplerinden hareketle sûrenin Medine dönemi boyunca peyderpey indiği anlaşılır. 64 âyettir. İsmini, 35. âyette bir temsille anlatılan “Allah’ın göklerin ve yerin nûru” olmasından alır. Mushaf tertîbine göre 24, iniş sırasına göre 102. sûredir. Nûr Sûresi Konusu Nûr sûresi fert, aile ve toplum ilişkileri açısından çok mühim mevzulara temas eder ve hükümler getirir. Zina haddi, iftira haddi, mulâane, insanların iffet ve namuslarını korumada İslâm toplumunu daha dikkatli olmaya davet, evlere giriş çıkış âdâbı, başörtüsü, tesettür ve mahremiyet meseleleri, bekârların evlendirilmesine teşvik konuları bunlardan bazılarıdır. Allah’ın insanlara doğru yolu göstermesi bir temsille izah edilir. Bu hidâyetten nasibi olanların parlak manevî halleri ve mutlu istikballeri karşısında, bu hidâyete sırtını dönenlerin hazin akıbetleri dikkat çekici benzetmelerle gözler önüne serilir. Yerde ve gökteki varlıkların, saflar halinde kuşların tesbihi; bulut, yağmur, dolu, şimşek, yıldırım, gece ve gündüz ve yeryüzünde debelenen tüm varlıklar gibi Allah Teâlâ’nın kudret nişânelerine ve azamet tecellilerine yer verilir. Allah ve Rasûlü’nün hükmü karşısında münafıkların tavrı ile gerçek takvâ sahibi mü’minlerin tavrı, konu daha net anlaşılabilsin diye mukayese edilerek anlatılır. Bedir’de Allah’ın ve meleklerin hususi yardımı ile zafer elde etmiş, Uhud’da ciddi bir yara almış, Hendek’te ise Arabistan Yarımadası’nın her tarafından toplanıp gelmiş düşman orduları karşısında ölüm kalımla, yok olmakla yüz yüze gelmiş İslâm ümmetine, gerçekten iman edip sâlih ameller işledikleri takdirde yeryüzüne hâkim olacakları ve dinlerinin payidâr olacağı müjdesini verir. Aile içi mahremiyete ve hususiyle yeme, içme bakımından akraba münâsebetlerine dikkat çeker. Allah Resûlü emri ile hareket edilmesi ve O’na gereken hürmetin gösterilmesi hatırlatıldıktan sonra, O’nun emrine karşı gelenler büyük bir fitneye düçâr olmakla veya elemli bir azaba uğramakla ikaz edilirler. Nûr Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada yirmi dördüncü, iniş sırasına göre 102. sûredir. Haşr sûresinden sonra, Hac sûresinden önce Medine’de inmiştir. Zina edenlerle evlenmeyi kınayan 3. âyet, hicretin 3. yılında, Recî’ çatışmasında şehid düşen Mirsed ile ilgilidir. Şu halde sûrenin ilk âyetleri hicretin 1. yılının sonu ile 2. yılının başlarında vahyedilmiş olmalıdır. Eşleri hakkında zina suçlamasında bulunan kocalar hakkındaki 6. âyetin de Tebük Savaşı’ndan sonra, 9. yılın Şâban ayında geldiği bilinmektedir. Buna göre sûrenin uzun bir zaman dilimi içinde parça parça nâzil olduğu anlaşılmaktadır. وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ ﴿٣٩﴾ Karşılaştır 39 Kâfirlere gelince, onların bütün amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susuz kalan onu su zanneder. Fakat yanına varınca onun bir hiç olduğunu görür. Üstelik yanı başında da inanmadığı, kendisinden sakınmadığı Allah’ı bulur; Allah da onun hesabını eksiksiz görür. Çünkü Allah, hesapları pek çabuk görendir. TEFSİR Kâfirler işledikleri amelleri gözlerinde büyütüp onlardan bir fayda göreceklerini sanabilirler. Fakat ne yazık ki amelleri boşa çıkacak ve ondan bir fayda göremeyecekler, bilakis karşılığında Allah’ın azabıyla karşılaşacaklardır. Onların bu hazîn durumunu, ayetin çizdiği şu manzara ne güzel anlatırIssız bucaksız bir çöl. Güneş bütün ışınlarını çölün üzerine indirmiş, ortalığı yakıp kavurmaktadır. Çölün ortasında korkak, ürkek, perişan bir adam. Susuzluktan dili damağına yapışmış, zorlukla nefes alabiliyor, kıvranıyor. Acaba bir su bulabilir miyim diye sağa sola, uzaklara hasretle ve yardım isteyen gözlerle bakıyor. Tam bu sırada uzaklarda parıldayan suya benzer bir şey görüyor. Aslında gördüğü su değil, serap; ama farkında değil. Başlıyor bütün gücüyle o yöne doğru koşmaya. Koşuyor, koşuyor, belki su bulurum da kana kana içerim, yanan bağrımı serinletir, tıkanan nefesimi rahatlatır, sıkıntıdan kurtulur, huzura ererim diye koşuyor. Orada ne ile karşılaşacağını bilmeden koşarken hedefe varıyor. Varıyor ama ne yazık ki sudan eser bulamıyor. Meğer su sandığı şey bir seraptan ibaretmiş! Kaybı bununla da kalmıyor, aniden hiç hatırına gelmeyen korkunç bir şeyle, inanmadığı ve hiç aklına getirmediği Yüce Allah ile karşılaşıyor. O da onun işini bitiriyor. Hem su gördüğünü sanarak kendini aldatıyor, hem ona kavuşuncaya kadar koşup yoruluyor, hem su bulamıyor, hem de hiç beklemediği acı bir akıbetle perişan olup temsilde çöldeki susuz adam kâfiri, adamın gördüğü serap kâfirin amelini, adamın serapa ulaşması kâfirin ölüp dünyadan ayrılmasını, karşılaştığı azap ise cehennemi temsil etmektedir. Kâfir, yaptığı ameller karşılığında sevap elde edeceğini düşünüyor. Kıyamet günü olunca hiçbir sevap bulamıyor, bilakis büyük bir azapla karşılaşıyor, böylece müthiş bir hasret, nedamet, keder ve üzüntü içinde kalıyor. Orada aniden, hiç beklemediği bir zamanda inkâr ettiği, emrine karşı geldiği, hükmüne düşman kesildiği Allah’ı buluyor. Orada O’nun kendisini beklediğini görüyor. Korkmak istemediği Allah’ın kahrı ve gazabı yüreğine inip bütün vicdanını sarıyor. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIV, 7-8; Elmalılı, Hak Dini, V, 3526 Çünkü bu, hazırlıksız, bilmeden, düşünmeden, çok ani bir karşılaşmadır. Büyük bir fayda beklerken, son derece büyük bir zararla karşılaşıyor. Allah onun hesabını hemen görüyor. Zira Allah hesabı pek çabuk görendir. Hesabı görmedeki bu çabukluk, birdenbire karşılaşma ve aniden yüzleşme manzarasına oldukça uygun düşmektedir. Seyyid Kutub, Fî Zılâl, IV, 2521 Veya kâfir orada Allah’ın zebanilerini bulur. Onlar da onu yakalarlar, tepesinin üstüne cehenneme tıkarlar, susadığı zaman da ona kaynar su ve irin içirirler. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIV, 8Kâfirlerin amel, duygu ve düşüncelerinin durumunu gözler önüne seren başka harika bir temsil bir sonraki âyet-i kerîmede şöyle beyân edilir Kaynak Ömer Çelik Tefsiri
TEFSİR İblîs, azgınlığını Cenâb-ı Hakk’a nispet ederek büyük bir küstahlık yapar; isyanına isyan, günahına günah katar. Bu yetmiyormuş gibi, insanları da kendi yaptığı gibi günaha teşvik edeceğine, onları cazip dünya süsleriyle meşgul edip taatlerden uzaklaştıracağına, yine onları azdırıp yoldan çıkaracağına dair o Yüce Huzur’da pervasızca yemin şöyle buyurmuştur “İblîs Rabbim, izzet ve celâlin hakkı için Âdemoğullarının ruhları bedenlerinde bulunduğu surece onları azdırmaktan geri durmayacağım» der. Bunun üzerine Yüce Rabbimiz şöyle buyurur İzzetim ve celalim hakkı için ben de onlar benden bağışlanma diledikleri sürece günahlarını bağışlayıp duracağım.»” Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 76Ancak İblîs’in burada bir gerçeği dile getirdiği de dikkatlerden kaçmamaktadır. Herhalde Cenâb-ı Hak ona bunu söylemesini emretmiş, o da bunu itiraf etmek durumunda kalmıştır. O gerçek de şudur “İblîs, Allah’ın ihlâsa erdirilmiş, samimi ve teslimiyet ehli kullarına hiçbir zarar veremeyecektir.” Bunlar, gönüllerini Allah’a muhabbete, her türlü fiil ve davranışlarını Allah’a itaate, bütün imkân ve istidatlarını Allah’ın dinine hizmete adamış seçkin, lekesiz, tertemiz ve has kullardır. Belki de insanın karşısına İblîs gibi bir imtihanın çıkmasının esas hikmetlerinden biri de budur Ateşte eritilerek hâlis hale gelen altın gibi, İblîs ve nefis imtihanı ateşinde eriyerek hâlis bir kul haline gelebilmek. Zaten Yüce Rabbimiz’in emrettiği, kullarını kendine davet ettiği dosdoğru yol, işte bu ihlâs ve tevhid yoludur. Bu yol kulu Allah’a götürür ve bu yolun müstakîm olduğuna da Allah kefildir. Bütün varlığıyla, itikat ve ameliyle bu yola giren Allah’ın seçkin kulları üzerinde İblîs’in ne sözlü olarak onları susturacak bir delili, ne de fiilî olarak sataşacak ve kullanacak herhangi bir güç ve hâkimiyeti bulunmamaktadır. Fakat kendi hür iradesiyle İblîs’in peşinden gidenler müstesnâ. Onlar azgınlığı tercih ettikleri için, İblîs de onları azdırmaktadır. Yani suç İblîs’in değil, ona tâbi olanlarındır. Nitekim İblîs bunu kıyamet günü itiraf edecektir“Hesaplar görülüp iş bitirilince şeytan şöyle der Allah size gerçekleşmesi kesin olan bir vaatte bulundu; ben de size öylesine vaatte bulundum fakat sözümde durmadım. Aslında benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm de yoktu. Sadece ben sizi inkâra çağırdım, siz de bana uydunuz. Öyleyse beni kınamayın da kendinizi kınayın. Bugün, ne ben sizin feryadınıza yetişebilirim, ne de siz benim feryadıma yetişebilirsiniz. Dünyada iken beni Allah’a ortak tanımış olmanızı da reddediyorum. Elbette zâlimlere can yakıcı bir azap vardır.»” İbrâhim 14/22Bu âyet-i kerîmenin de işaret ettiği gibi İblîs ve ona tâbi olanlara vadedilen yer cehennemdir. Onun yedi kapısı vardır. Oraya müstehak olan azgınlardan, işledikleri kötülüklerin büyüklüğüne göre kim nereye layıksa o kapıdan cehenneme kapılarının yedi olmasıyla cennet kapılarının sekiz olması arasında açık bir irtibat vardır. Bu kapıların da insan bedeni üzerindeki itaatle sorumlu tutulan organlarla çok yakın bir alakası olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi insanın sorumlu organları sekiz tanedir Bunlar kalp, dil, kulak, göz, el, ayak, ağız ve tenâsül uzvudur. Bunların yedisi açık, birisi gizlidir ki, o da kalptir. Doğrudan doğruya Allah’a bakan kalp kapısı açık olursa, bu sekiz azanın her biri Allah’ın emri üzere hareket ederek cennete birer giriş kapısı olabilir. Böylece cennete sekiz kapıdan girilebilir. Fakat içte ruh körlenmiş, kalp kapısı kapanmış bulunursa dıştaki yedi azanın her biri cehenneme açılmış birer giriş kapısı olurlar. İşte cennet kapıları sekiz olduğu halde, cehennem kapılarının yedi olmasının böyle bir hikmeti b. Hanbel der ki“Senin dört düşmanın varBirincisi dünyadır. Dünyanın silahı insanlarla birlikte olmak, hapishânesi şeytandır. Şeytanın silahı tokluk, hapishânesi nefistir. Nefsin silahı uyku, hapishânesi hevâdır. Hevânın silahı konuşmak, hapishânesi susmaktır.” Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 600İman ve mârifet kapısı olan kalp, cehenneme kapalıdır. Ondan yalnız cennete girilir, Cemâlullâh’a erişilir. Kalbi iman ve ihlasla dirilmiş olan mü’min şeytana uymaz; Allah’ı inkâr etmekten ve O’na isyan etmekten sakınır. Böyle müttakî kullara ise şu nimetler vadedilir Kaynak Ömer Çelik Tefsiri
Enfâl Sûresi Konusu Sûrede ağırlıklı olarak Bedir savaşından bahsedilmektedir. Buna bağlı olarak savaşın hedefi, barış, savaşta elde edilen esirler ve ganimetle alakalı hükümler açıklanmaktadır. Bununla birlikte özetle şu hususlara da yer verilmiştir › Allah katında makbul bir mü’minin sahip olması gereken itikat, ahlâk ve ibâdetle ilgili temel vasıflar, › Allah yolunda her türlü imkânlarını seferber ederek savaşanlara gelen ilâhî yardımlar, bunun sebep ve sonuçları, › Allah’a ve Resûlüne kayıtsız şartsız itaatin gerekliliği ve itaatsizliğin hazin neticeleri, › Allah’ın emniyet, mal, evlat gibi nimetlerine şükretmenin ve hakkı bâtıldan en ince ayrıntılarına kadar ayırarak yüksek bir takvâ hayatı yaşamanın tavsiye edilmesi, › Küfrün psikolojisi ve ondan kurtulmanın çareleri, › Şeytanın desiseleri ve ona aldananların dünyada, ölüm esnasında ve âhirette karşılaşacakları korkunç manzaralar, › Allah’ın lutuf, nimet ve cezasının, kulların kendilerini değiştirme ve iyileştirme çabalarıyla irtibatı, › Maddî ve manevî değerleri koruyabilmek ve meşrû savunmayı gerçekleştirebilmek için gerekli olan bütün savaş hazırlıklarının yapılması, › Gerçek imanın müslümana kazandıracağı izzet ve kuvvet, bununla beraber müminler arasındaki birlik, beraberlik ve dayanışmanın oluşması, kuvvetlenmesi ve devam etmesi için gereken şartlar ve bunların hakkiyle îfa edilmesi. Enfâl Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada sekizinci, iniş sırasına göre seksen sekizinci sûredir. Bakara sûresinden sonra, Âl-i İmrân’dan önce inmiştir. Sûrenin 30-36. âyetleri dışında kalan kısmının Medine’de indiğinde ittifak vardır. Bu yedi âyet ise bazı müfessirlere göre Mekke’de nâzil olmuştur. Sûre Medine’de, Bakara’dan sonra ikinci sırada gelmeye başlamış, fakat araya başka sûrelerin bazı âyetlerinin nüzûlü de girmiştir. Hicretin üzerinden bir buçuk yıl geçip ramazan ayı gelince müslümanlar Medine yakınlarındaki Bedir mevkiinde, Mekkeli müşriklerle ilk önemli savaşlarını yapmışlardı. Savaş müslümanların zaferiyle sonuçlanmış, düşmandan ganimet de elde edilmişti. Ganimetlerin paylaşımı konusunda daha önceden uygulanarak sabit olmuş İslâmî bir kural bulunmadığı için, doğrudan çarpışmaya katılanlarla cephe gerisinde hizmet verenler, gençlerle yaşlılar, teşvik vb. maksatlarla kendilerine ödül vaad edilmiş kimselerle buna razı olmayanlar arasında ihtilâf çıkmıştı. Ayrıca bu savaşta kardeşini şehid vermiş olan Sad b. Ebû Vakkås da müşriklerden Saîd b. Âsî’yi katletmiş, maktulün kılıcını alarak Resûlullah’a gelmiş, bunun kendisine verilmesini istemişti. İşte bu olaylar ve talepler üzerine daha Bedir’den ayrılmadan ve ganimetler paylaştırılmadan sûrenin ilk âyeti nâzil olmuştur. Bazı müfessirlere göre Hz. Peygamber’i ve müminleri savaşa teşvik eden, iman cephesinin bire karşı on kişiyle savaşsalar bile galip geleceklerini bildiren 64-65. âyetler savaştan önce gelmiştir. Şu halde sûrenin Medine’de, Bedir Savaşı sırasında gelmeye başladığı kesinlik kazanmakta, tamamlanmasının ise daha sonraki zamanlarda olduğu anlaşılmaktadır İbn Kesîr, III, 545; İbn Âşûr, IX, 245-246.
Meal Ayet Arapça وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ Türkçe Okunuşu * Velleżîne keferû a’mâluhum keserâbin bikî’atin yahsebuhu-zzam-ânu mâen hattâ iżâ câehu lem yecidhu şey-en vevecedaAllâhe indehu feveffâhu hisâbehuk vaAllâhu serî’u-lhisâbi 1. Ömer Çelik Meali Kâfirlere gelince, onların bütün amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susuz kalan onu su zanneder. Fakat yanına varınca onun bir hiç olduğunu görür. Üstelik yanı başında da inanmadığı, kendisinden sakınmadığı Allah’ı bulur; Allah da onun hesabını eksiksiz görür. Çünkü Allah, hesapları pek çabuk görendir. 2. Diyanet Vakfı Meali İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanıbaşında da inanmadığı, kendisinden sakınmadığı Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür. 3. Diyanet İşleri Eski Meali İnkar edenlerin işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir. 4. Diyanet İşleri Yeni Meali İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz. Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir. 5. Elmalılı Hamdi Yazır Meali Küfredenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder, nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanıbaşında da inanmadığı, kendisinden sakınmadığı Allah'ı bulmuştur. Allah ise onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür. 6. Elmalılı Meali Orjinal Meali Küfredenlerin ise amelleri bir engin çölde serab gibidir, susayan onu bir su zanneder, nihayet ona vardığı vakıt onu bir şey bulmaz da yanında vicdanı Allahı bulur, o da ona tamamile hisabını görüverir ve Allah seri' hisablıdır 7. Hasan Basri Çantay Meali O kâfirler e gelince Onların amelleri etrafında dağlar ve tepeler görünmeyen dümdüz ve engin çöllerdeki bir serab gibidir ki susayan onun bir su olduğunu sanır. Nihayet o, buna vardığı zaman onu bir şey olarak bulamamışdır. Kendi ameli yanında yalınız Allahı bulmuşdur. O da onun hesabını tastamam vermişdir. Allah, hesabı çok sür'atli olandır. 8. Hayrat Neşriyat Meali İnkâr edenlere gelince, onların amelleri çöllerdeki serab gibidir; susayan bir kimse onu su zanneder. Nihâyet yardıma pek muhtaç olduğu, o hesab gününde ona o amelinevardığı zaman, onu kendisine fayda verecek bir şey olarak bulamaz ama amelininyanında Allah'ı bulur; O da onun hesâbını tamamıyla hemen görüverir. Çünki Allah, hesâbı çok çabuk görendir. 9. Ali Fikri Yavuz Meali Kâfir olanların amelleri ise, dümdüz engin bir arazideki serab gibidir. Susayan, onu bir su zanneder; nihayet ona vardığı zaman, onu zannetiği gibi bir şey bulmaz işte kâfir de kıyamet günü, yaptığı amelden bir sevab bulamaz. Yanında Allah'ın cezasını bulur. Allah'da onun hesabını amelinin cezasını tamamen verir. Allah, çok çabuk hesab görendir. 10. Ömer Nasuhi Bilmen Meali Kâfir olanların amelleri ise engin bir çöldeki bir serap gibidir ki, susamış kimse onu bir su sanır, nihâyet ona vardığı zaman onu bir şey olarak bulmamış olur. Ve amelinin yanında Allah'ı bulmuş olur. O da hesabını tamamen ifâ etmiştir ve Allah hesabı sür'atle görücüdür. 11. Ümit Şimşek Meali İnkâr edenlere gelince, onların yaptıkları işler de çölde bir serap gibidir ki, susamış kimse onu su zanneder. Oraya vardığında ise birşey bulamaz; yalnız Allah'ı bulur; Allah da onun hesabını tastamam görüverir. Zira Allah çok çabuk hesap görücüdür. 12. Yusuf Ali English Meali But the Unbelievers,- their deeds are like a mirage in sandy deserts, which the man parched with thirst mistakes for water; until when he comes up to it, he finds it to be nothing But he finds Allah ever with him, and Allah will pay him his account and Allah is swift in taking account. Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin anlaşılması mümkün değildir. Mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Nûr Sûresi 39. ayetinin tefsiri için tıklayınız * Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için sitemize eklenmiştir.
Rûm Sûresi 39. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Rûm Sûresi Hakkında Rûm sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. İsmini, 2. âyetinde yer alan اَلرُّومُ Rûm kelimesinden alır. Mushaf tertibine göre 30, nüzûl sırasına göre 84. sûredir. Rûm Sûresi Konusu Rûm sûresi, çok mühim bir gaybî hâdiseyi haber vererek başlar. Bu hâdise, Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıların galip gelmesidir. Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği şekilde gerçekleşen bu hâdise, Kur’an’ın en büyük mûcizelerinden biri olup Peygamberimiz getirdiği vahyin doğruluğunu ispat eder. Rûm sûresinde; bir taraftan mü’minleri seven, onlara yardım eden, onları zafere eriştireceğini vadeden ve onları cennetle müjdeleyen; diğer taraftan da âhirete inanmayıp hayatı sadece dünyadan ibaret sayan kâfirleri cehennemle korkutan Yüce Allah’ın varlığının, birliğinin, nihâyetsiz kudret ve azametinin delilleri peş peşe serdedilir. İnsanlar böyle bir Allah’ın dinine girmeye ve o dinin itikâdî, amelî ve ahlâkî gereklerini yapmaya davet edilir. Bu münâsebetle şirkin tutarsızlığı misallerle izah edilirken, şirke bulaşmış hastalıklı ruhların içler acısı halleri ortaya konur. Bunların tedavisi için açık ve anlaşılır reçeteler sunulur. Yine mecbûri istikâmet olan âhiretin varlığı, tabiatta ve insanlarda durmadan cereyan eden ölme ve yeniden dirilme delilleriyle ispat edilir. Mahşerdekilerin diliyle dünyanın bir gün, hatta bir saat gibi çok kısa olduğuna temas edildikten sonra, gönüller o dehşetli ve sonsuz âhiret âleminin manzalarını ibretle temâşâya, kulaklar da, bütün bu hususlarda en doğru bilgiyi ve misalleri veren Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeye yönlendirilir. Rûm Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada otuzuncu, iniş sırasına göre seksen dördüncü sûredir. İnşikak sûresinden sonra, Ankebût sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetinin Medine’de nâzil olduğuna dair bir rivayet de vardır nüzûl sebebi için bk. 2-6. âyetlerin tefsiri. وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ ﴿٣٩﴾ Karşılaştır 39 İnsanların malları içinde artacağını düşünerek fâize verdiğiniz para, zâhiren artar gibi gözükse de, Allah katında artmaz. Oysa Allah’ın rızâsını isteyerek karşılıksız verdiğiniz zekât cinsinden şeylere gelince, işte böyle yapanlar, mal ve sevaplarını kat kat artıranların tâ kendileridir. TEFSİR Henüz yasaklanmadan önce, faiz burada Kur’an diliyle zemmedilir. Nitekim o zamanlar Kureyş ve Sakîf kabileleri faizcilik yapıyorlardı. Âyet onların bu muamelelerinin kötülüğüne işarette bulunmaktadır. İnsanların malları artsın diye faiz olarak verilen paranın veya insanların malları arasında artması umularak faize verilen paranın, zâhiren artar gibi gözükse de bereketi ve neticesi itibariyle Allah katında artmayacağı haber verilir. Yani bu safhada faiz açıkça yasaklanmamakla beraber, faizle yapılan iktisâdî ve ticârî muamelelerin Hak katında makbul ve muteber olmadığı açıkça beyân edilir. Allah rızâsı için muhtaca verilen zekâta gelince, Allah bunu kabul buyurmakta, zekât verenlere kat kat hem mal hem de sevâp vereceğini müjdelemektedir. Bu artışın hiçbir sınırı yoktur. Niyetin samimiyeti ne kadar büyük olursa, fedakârlık duygusu ne kadar derinse ve kişinin Allah yolunda harcarken Allah’ın rızâsını kazanma arzusu ne kadar fazlaysa, Allah’ın ona vereceği mükâfatlar da o derece büyük ve güzel olacaktır. Nitekim âyet-i kerîmelerde bu miktarın bire ondan başlayıp, bir yüz, bire yedi yüz, bunun da katları şeklinde olduğu haber verilir. bk. Enâm 6/160; Bakara 2/261, 265 Hadis-i şerifte de şöyle buyrulur “Kim, helâl kazancından bir hurma kıymetinde sadaka verirse, ki Allah helâlden başkasını kabul etmez, Allah o sadakayı bizzat kabul buyurur. Sonra onu, dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi için ihtimamla büyütür.” Buhârî, Zekât 8; Tevhîd 23; Müslim, Zekât 63, 64 Şâir ne güzel söyler “Allah rızâsı için olan bir işin küçüğü olmaz, Hakk’ın rızâsı için olmayan bir işin de büyüğü olmaz.” Zira her şeyin sahibi Allah olduğu için kulun her işinde Allah’ın hoşnutluğunu araması zaruridir. Çünkü Kaynak Ömer Çelik Tefsiri
nur suresi 39 ayet tefsiri