cash. Anlamlarıyla Allah’ın sıfatları tüm İslam alemi tarafından bilinmesi gereken ve Müslümanların öğrenmekle yükümlü olduğu farz olan şeylerdir. Allah’ın Sıfatları Ve Anlamları denildiğinde Allah bilinmesi gereken 14 adet sıfatı vardır. 2 kısımdan oluşan Allah’ın sıfatları 6 adet Zati sıfatları ve 8 adet Subuti sıfatları olarak başka yaratan olmayan ve yaratması sınırsız olan Allah tektir ve eşi benzeri bulunmaz. İnsanlar yaradılışlarına ve hayata bakarak Allah’ın varlığını kabul ederek ona sığınmaktadırlar. Bütün dinlerde mevcut olan Allah inancı insanlar için vazgeçilmezdir. Allah’ın sıfatlarının hepsine sahip olduğuna inanmak her Müslüman için farz Zati Ve Subuti Sıfatları Nedir?Allah’ın Sıfatları Ve AnlamlarıAllah’ın sahip olduğu ve Müslümanlara farz kılınan Zati ve Subuti sıfatlar kısaca şu şekilde açıklanabilir;Allah’ın Zati SıfatlarıVücud Yokluğu düşülemeyen Allah vardır ve başka bir varlığa ihtiyacı Allah’ın varlığı ezeli olan ve varlığının başlangıcı olmayan Allah’ın öncesi Varlığının sonu olmayan Allah ebedidir ve her şey yok olduktan sonra bile baki kalacak ve varlığı devam Allah’ın eşi ve benzeri bulunmaz, o tektir ve Li’-havadis Sonradan yaratılan hiçbir şeye Binefsihi Varlığı kendinde olan Allah hiçbir şeye muhtaç olmaz, her şey Allah’a sıfatları sadece kendine mahsus olup yaratılanlardan herhangi birisine verilmesi caiz olmayan Subuti SıfatlarıHayat Allah’ın daima hayat sahibi ve diri olduğunu anlatan sıfattır. Onun hayatı sonsuzdur ve yaratılmış olanlara benzemez. Allah sınırsız ve Allah geçmişte olan ve gelecekte olacak olan her şeyi ezeli ilmi ile bilir ve ilminde artma ve eksilme olmaz. Onun bilgisi her şeye Allah yaşayan her şeyi vasıtasız olarak duyar ve bunun için bir uzva ihtiyacı yoktur. Onun işitmesinde gizlilik, açıklık. Uzaklık ve yakınlık bulunmaz. Onun her şeyi işitmeye gücü Allah yaşayan her şeyi vasıtasız olarak görür ve bunun için bir uzva ihtiyacı yoktur. Onun her şeyi görmeye gücü Kâinatta olan her olay Allah’ın izni ile gerçekleşir, onun iradesi dışında hiçbir şey olmaz. Allah ın iradesi her şeye kadirdir, o dilerse her şey olur ve dilediğini yapar. Onun iradesi her şeye Allah’ın gücü her şeye yeter ve Allah sonsuz kudret sahibidir. Kimsenin ona gücü yetmez ve galip gelemez. Onun kudreti her şeye Hiçbir şeye ihtiyaç duymadan konuşan Allah söz sahibidir. Kur’anı Kerim, Allah’ın Kainattaki her şeyin yaratıcısı olan Allah tır ve ondan başka yaratıcı bulunmaz. Kainattaki her şey Allah dilemesi, hükmü, takdiri ve iradesi ile olur ve Subuti sıfatları Allah’ın sonsuz ve mükemmel Zati Ve Subuti Sıfatları Arasındaki Fark Nedir?Zati sıfat ne demektir? Sorusunun cevabı sadece Allah’ın kendine ait olan ve yarattıklarına verilmesi caiz olmayan sıfatlar olarak verilebilir. Subuti sıfatların ise benzerleri diğer varlıklarda bulunabilen sıfatlardır. Bunun sonucunda Zati sıfatlar ve Subuti sıfatlar arasındaki farkı, zati sıfatları sadece Allaha mahsus olan, Subuti sıfatları ise diğer varlıklarda benzerleri bulunan özellikte sıfatlar olarak kelime anlamı hadislerde Hayy’ diye ifade edilmektedir. Allah’ın sıfatı olan Hayy; ölümlü olmayan, ebedi, daim ve baki anlamlarına gelmektedir. O hep diridir ve onun varlığının sonu olmamaktadır. Evveli ve sonu olan diğer canlılar fani için fanidir ve Allah Okunanlar
Musa Kazım GÜLÇÜR 9 Ağustos/2019 İçindekiler Cenâb-ı Hakk’a Ait Zâtî ve Sübûtî Sıfatlar 2 Giriş 1 A. Zâtî ve Sübûtî Sıfatlar 3 1. Hayât 3 2. İlim 4 3. İrâde 6 4. Kudret 7 5. Sem’ 8 6. Basar 8 7. Kelâm 9 8. Tekvin 10 Bismillahirrahmanirrahim Yâ Rabbe’s-semâvâti ve’l-aradîn, Yâ ze’l-Celâli ve’l-İkrâm, Yâ Mâlike’l-Mülk, Yâ Azîz u Yâ Hakîm u Yâ Ğaffâr, Yâ Evvel, Yâ Âhir, Yâ Zâhir, Yâ Bâtın, Yâ Allah, bizlere lütfettiğin görünen ve görünmeyen bütün nimetlerine meleklerin adedince, arşın ağırlığınca, mahlukatın adedince, razı olduğun miktarda ve ilmin sayısınca hamd ederim. Efdalu’l-Enbiya, Ekramu’l-Asfiyâ, İmamu’l-Evliyâ, Hâtemu’l-Enbiyâ, Habîbu Rabbi’-Âlemîn, Şehîdu’l-Mürselîn, Şefîu’l-Müznibîn, Seyyidi Veledi Âdem, Beşîru’n-Nezîr, Sirâcu’l-Münîr, Sâdıku’l-Emîn, Hakku’l-Mübîn, Sahibu’s-Seb’i’l-Mesânî ve’l-Kur’âni’l-Azîm, Nebiyyu’r-Rahme, Hâdi’l-Ümme, el-Müeyyed bi Seyyidinâ Cibrîl ve Seyyidinâ Mîkâîl, el-Mübeşşer fi’t-Tevrâti ve’l-İncîl, el-Müctebâ, el-Müntehab, Abdullah oğlu Efendimiz Muhammed’e, âl ve ashâbına, mukarrabîn meleklerine, bütün enbiyâya ve Allâh’ın sâlih kullarına salât ve selâm olsun. Âmin. Şiir Nimet-i bâkî dilersen aç Kitâbullâh’a bak, Dîdâr-ı Hakk’ı dilersen gel sıfâtullâha bak, Çünkü bildin Hak sıfâtı mazhar-ı insan durur, Âlem-i kübrâ dilersen anla Zâtullâha bak. Gir vücudun şehrine gör cân ile cânân nedir, Kalb-i insânda görünen nûr-u arşillâha bak, Cümle haccâc u melâike bil ziyâret kıldığı, Girip ihrâm ile dâim sırr-ı beytullâha bak. Lekad kerremnâ benî Âdem diye buyurdu Hak, Cümle eşyadan kerametli olan insana bak, Âdem’e kendi ruhundan nefh edip kıldı nazar, Gel berü emvâtı ihya kılan ruhullâha bak.[1] Bir önceki yazımızda, Cenâb-ı Hakk’a ait tenzîhî ve selbî sıfatlardan; Vücut mümkünü’l-vücut olan biz insanlardan ve diğer canlılardan bütünü ile farklı, varlığı zorunlu yani Vâcibu’l-Vücud olması, Kıdem Ezeli olması, evveli olmaması, Bekâ Ebedi olması, sonu olmaması, Muhalefetün-lil-havâdis Allâh’ın Zâtının, mahlukatın zatlarına, Yüksek Sıfatlarının da mahlukatının sıfatlarına benzememesi, Kıyam binefsihî Varlığının devamının zatından olması, başkasının yardımıyla olmaması ve Vahdaniyet Bir olması, ortağı bulunmaması konularına yer vermiştik. Bu yazımızda ise Zâtî ve Sübûtî sıfatlar konusunu, Allâh’ın cc izni ile ayrıntılandırmaya çalışacağız. A. Zâtî ve Sübûtî Sıfatlar Haşir Suresinin son üç âyet-i kerimesi Cenâb-ı Hakk’a ait Zâtî ve Sübûtî sıfatlar; Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Sem’, Basar, Kelâm ve Tekvin’dir. Allâh cc, bir ilimle Alîm, bir kudretle Kâdir, bir kelam ile Mütekellim, bir sem’ ile Semî’, bir basar ile Basîr’dir. Bu sıfatların hepsi Ezelî ve ve Ebedî olup Allâh’ın Zâtı ile kaimdir. Bu sıfatlar Allâh’ın cc ne aynı ne de gayrısıdırlar. İlâhî sıfatlar cisim, araz ve cevher değillerdir. “Cevher”, yaratılmış şeylerin hakikati olan ve Allâh’ın cc ezeli ilminde mevcut bulunan suretlerdir. Cevher, mütehayyizdir. Cevherin bir tahayyüzü doldurduğu bir boşluk ve bir de hayyizi işgal ettiğin mekan vardır, Cevherin hayyizi, kendi gibi bir cevherin yerini işgal etmesine mani olan cüziyatından ibarettir. Hayyiz, cevherin zatının işgal ettiği mekan / mevkidir. Cevheri ister yukarı doğru çıkıyor ister aşağı iniyor, isterse de yatay olarak ilerliyor takdir et, zatı işgal ettiği bir hayyizden ayrı düşünülemez. “Araz” ise, kendi kendine var olmayıp görünmesi için bir asla, bir cevhere muhtaç olan şeydir. Mesela, renkler bir arazdır. Cevherde kaim olan bir manadan ibarettir. Araz olarak isimlendirilmesi cevher ve cisimde arizî olmasından dolayıdır. Kaim olduğu cevherin durumuna göre değişir. Dolayısı ile cisimler, cevherler ve arazlar toplamıdır. Cisim, araz ve cevher olmayan İlâhî sıfatların varlığını kabul etmek başka bir şeydir, bu sıfatların zıtlarını reddetmek, Allâh’ı cc bu sıfatların zıtlarından tenzih etmek ise daha başka ve daha farklı bir şeydir. Mesela, Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin “Kudret” sıfatının sınırsızlığını kabul ve ikrar etmek itikat ve inanç açısından en zaruri bir tutum iken, “acz” sıfatını Allâh’tan cc bütünüyle ve keskin bir şekilde reddetmek yine itikat ve inanç açısından en zaruri bir tutumdur ve daha başkadır. Diğer bütün sıfatlar için de böyledir. Yani bir taraftan zıtlar reddedilirken, diğer taraftan da sonsuz bir şekilde kemâl sıfatların varlığı kabul ve iman edilir. Ayrıca bu sıfatlar, biz böyle vasıflandırdığımız için değil, Allâh cc kendisini bu şekilde vasıflandırdığı için iman edilmesi gereken yüksek sıfatlardır. Bizler O’nu, ancak ayet-i kerîmelerde ve sahih hadis-i şeriflerde geçen sıfatlarla tavsif edebiliriz. Allâh Teâlâ, ezel itibarı ile Yaratıcı, İcat edici, Şekil verici, Affedici, Merhamet edici ve Şükredicidir. Allâh Teâlâ, ezelde de bu sıfatlarla mevsuf olduğu gibi ebed itibarıyla da bu sıfatların sahibidir. Her ne kadar ezelde affedilen, merhamet edilen bulunmamış olsa bile sıfatların ezeli ve ebedi oluş keyfiyeti değişmez. Şimdi de bu zâtî ve subutî sıfatları biraz daha ayrıntısı ile görmeye çalışalım. 1. Hayât Âyet el-Kürsî Cenâb-ı Hakk’ın “Hayat” sâhibi olması, en kâmil anlamı ile hayat vasfı ile muttasıf olması demektir. Cenâb-ı Hak hakkında vacip/zorunlu olan bu sıfat, mahlûkatta görülen ve maddenin ruh ile birleşmesinden doğan, geçici ve maddî bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir. Bütün hayatların kaynağı olan hakikî hayattır. Kur’an-ı Kerîm’de “Hay” diri ve “Muhyî” dirilten, can veren şeklinde zikredilen isimleriyle el-Bakara 2/255; er-Rûm 30/50 Cenâb-ı Allah hayatın sebebidir. Bir âyet-i kerimede de Cenâb-ı Hakk’ın hem “hayat” sıfatı hem de “ölümsüzlüğü” şu şekilde beyan buyurulur وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذٖى لَا يَمُوتُ “Ölmek, şanından olmayan O Baki-i Tealâ’ya güvenip, dayan.” Furkan, 25/58 Hayat sıfatı, İlim, İrade, Kudret gibi kemâl sıfatlarıyla yakından ilgilidir. Bu sıfatların sâhibi bir Zâtın, hayat sâhibi olması zarurîdir. Çünkü ölü bir varlığın ilim, irade ve kudret gibi kemâlâtın sâhibi olacağı düşünülemez. Bunun içindir ki Hayat sıfatı, Cenâb-ı Hakk’a ait İlim, İrade ve Kudret gibi sıfatlarla vasıflanmasını sağlayan Ezelî ve Ebedî bir sıfattır. Hayat sıfatının zıddı memât, yani ölü olmaktır. Bu ise Allah hakkında bütünüyle muhaldir. 2. İlim “Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bakara, 2/216 İlim, Allah’ın zâtına nisbet edilen sübûtî sıfatlar içinde yer alır ve bunların en kapsamlısını oluşturur. Allah Teâlâ’nın her şeyi bilmesi, ilminin her şeyi kuşatması demektir. Diğer sıfatları gibi ilim sıfatı da kadimdir, öncesizdir. Allâh’ın cc ilmi, her şeye taalluk eden bir ilimdir. Bu âlemi en güzel şekilde, en mükemmel bir nizâm üzere yaratan ve onu idare eden Zât-ı Akdes’in, yarattığı varlığı en ince teferruatına kadar bilmesi gerekir. Zira hakikati, faydası, lüzumu ve hikmeti bilinmeyen bir şey, nasıl ve niçin yaratılacaktır? O halde yaratıcının bir şeyi yaratabilmesi için, evvelâ ilim sâhibi olması, sonra o ilmin icaplarına göre yaratması şarttır. اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطٖيفُ الْخَبٖيرُ “Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” Mülk, 67/14 Yukarıdaki âyet-i kerîmede beyan buyurulduğu üzere ilim, nesne ve olayların üzerinden bilinmezliği kaldıran bir özellik taşır sıfat-ı kâşife ve çok geniş bir alana yöneliktir. Ayrıca Cenâb-ı Hak; يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِى الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فٖيهَا “Yere giren, oradan çıkan, gökten inen, oraya yükselen şeyleri O bilir.” Hadid, 57/4 Bu âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Allâh cc, ilminin sonsuzluğunu, hem âfâkta hem de enfüste olan biteni en iyi şekilde bildiğini beyan buyurmaktadır. Yine, iman ve salih amel sahiplerini mükâfatlandırmak, isyan eden ve kötü yolda olanları da cezalandırmak, ancak bu kimselerin yaptıklarını bütün teferruatı ile bilmekle mümkündür. İlim kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’in yaklaşık 380 âyetinde isim, muhtelif fiil sîgaları ve sıfatlar âlim, alîm, allâm, alem şeklinde Allah’a nisbet edilmiştir. سَوَاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِهٖ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبٖيرُ الْمُتَعَالِ “O Hâlık-ı Kerîm gizliyi de açıkta olanı da bilicidir. Pek büyüktür, her şeyden üstündür. Aranızdan sözü gizleyen de onu açık söyleyen de geceleyin gizlenen de gündüzün görünen de O’nca birdir. Hepsini bilir, görür. O’nun bilgisinden ve görmesinden hiçbir şey kaybolmaz.” Rad, 13/9-10 Bu ayet-i kerime de Allah’ın kâmil bir ilim ve tam bir kudret ile mevsûf olduğuna, kendisine yakışmayan her şeyden uzak olduğuna delâlet etmektedir. O’nun ilmi, bütün kâinatı çevreler. Allah her şeyi bilir. Onun bilgisinden hiçbir zerre hariçte kalmaz. Hiçbir varlık düşünce ve hareketini Yüce Allah’tan saklayamaz. Bir başka âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَلَا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرُ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ “Ne göklerde ne yerde bir zerre miktarda bir şey O’ndan O’nun ilminden kaçamaz. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey müstesna olmamak üzere hepsi muhakkak apaçık bir kitapda yazılıdır.” Sebe, 34/3 Allah’ın böyle her şeyi bildiğini güzelce düşünüp doğrulayan bir insan, elbette daima uyanık bulunur, her söz ve hareketini bir edep üzere düzenler. Fena sözler söylemez, fena işler düşünmez, başkasına sarkıntılık etmez, hiçbir kimsenin görüp bilemeyeceği yerlerde bile Allah’ın buyruklarına aykırı bir iş yapmaz. Çünkü her yaptığını bilen Yüce Allah’ın varlığına imanı vardır. İlmin zıddı cehil, gaflet ve unutkanlıktır. Bütün bunlar Hak Teâlâ hakkında muhaldir. Çünkü O Yüce Zat; وَهُوَ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمٌ “Her şeyi hakkıyla bilendir.” Bakara, 2/29; Enam, 6/101; Yasin, 36/79; Hadid, 57/3 3. İrâde “Onun emri, bir şey’i dilediği zaman, ona ancak Ol» demesinden ibâretdir. O da oluverir. Her şey’in mülk-ü tesarrufu ve kudreti kendi elinde bulunan Allah ın şanı ne kadar yücedir, münezzehdir! Siz ancak Ona döndürülüp götürüleceksiniz.” Yâsîn, 36/82-83 O’nun iradesi ezelî ve ebedidir. Allah yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile hikmetine göre meydana getirmeyi diler ve dilediği şey mutlaka olur. O dilemedikçe hiçbir şey vücuda gelmez. Hiçbir şey kendiliğinden var olmaz ve kendiliğinden yok olmaz. Ancak Allah’ın dilemesiyle var olur ve yine O’nun dilemesiyle yok olur. Allah’ın bir şeyin olmasını ya da olmamasını dilemesi, her şeyi dilediği gibi tayin ve tespit etmesi demektir. Allah Teâlâ kâmil bir irade sahibidir. Bu kâinatı ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. Bu kâinatta olmuş ve olacak her şey Allah’ın dilemesi ve irade etmesiyle olmuş veya olacaktır. O’nun her dilediği mutlaka olur, dilemediği de asla vücut bulmaz. Bu hususta Kur’an’da إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَن يَقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ “Onun emri, bir şeyi dilediği zaman, ona ancak ol’ demesinden ibarettir. O da oluverir.” Yasin, 36/82 Bu âyet-i kerimenin bir benzeri de Âl-i İmrân, 47’de bulunmaktadır. Hadîs-i şerîfte de “Allah’ın dilediği oldu, dilemediği de olmadı” buyurulmuştur. İrâde sıfatından başka, meşîet adında müstakil bir sıfat yoktur. Eğer İrade sıfatı âlemin belirli bir zamanda vuku bulmasını gerektiriyorsa, iradenin ona taallûku dolayısıyla İlim sıfatı da âlemin o vakitte var olmasının tâyinine taallûk eder. Böylece bu tâyinin gerçek illeti, sebebi İrade olur. İlim ise, sadece bu tayine taallûk etmiş, ona tabi olmuş ve onda bir tesir icra etmemiş olur.[2] İrade, bütün hâdis varlıklara taalluk eden bir sıfattır. Bütün varlıklar, Yüce Allah’ın kudretiyle yaratılmıştır. O’nun Kudreti ile yaratılan her şey, kudretin makdüra iktiranı ve ona tahsis edilmesi için İrade sıfatına muhtaçtır. Buna göre her makdür murâd, her sonradan olan da makdürdur. Her sonradan olan, İrade ile meydana gelmiştir. Şer, küfür ve masiyet gibi kavramlar da hâdis olduğuna göre, şüphesiz bunların da Yüce Allah’ın İradesi ile yaratılmış olmaları gerekir. Şüphesiz Yüce Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Selefin ve bütün Ehl-i Sünnetin itikadı işte budur.[3] 4. Kudret “Şüphesiz ki Allah, her şeye kâdirdir.” Bakara, 2/20; 109; 148; Ali İmran, 3/165 Kudret, Hak Teâlâ’nın varlıklar üzerinde İrâde ve İlmine uygun olarak tesir ve tasarruf etmesi, her şeyi yapmağa ve yaratmaya gücü yetmesi demektir. Ezelî ve ebedî kemal üzere bir Kudret Allah Teala’ya mahsustur. Kudret de diğer sübûtî sıfatlar gibi ezelîdir. Kudret, Allâh’ın cc İradesi doğrultusunda müessir olan bir sıfatıdır. Allah Teala her mümkün varlık üzerinde dilediğini yapmaya kadirdir. Allah Teâlâ’nın sonsuz bir kudret sahibi olduğuna ve her şeye kadir bulunduğuna, görmekte olduğumuz şu kâinat ve ihtiva ettiği güzellik ve şaşmaz nizam en büyük delildir. Onları yaratmaya ve yok etmeye güçlüdür. O’nun kudretine nihayet yoktur. Evrende sürekli biçimde hâkim olan nizam ve ahenk, bu âlemin yaratıcı ve yöneticisinin fiilini kudret ve irade ile işlediğini gösteren en önemli delillerden birisidir. Bütün tabiata hâkim olan sürekli düzenin yanı sıra, canlıların yapılarındaki estetik ve uyum, şuurlu canlılardaki temyiz yeteneği ve diğer varlıklardaki şaşırtıcı güzellikler de Allâh’ın cc kudretinin işaretçileridir. Alem, zihinleri hayrette bırakacak birtakım harikalardan ve ayetlerden meydana gelen, muhkem, mürettep ve üstün bir nizama, eşsiz bir düzene sahiptir. Bu ise şüphesiz üstün bir kudrete delalet etmektedir. Muhkem olan her fiil, kudret sahibi bir fail tarafından meydana getirildiğine, âlemin de muhkem ve mürettep bir fiil olduğuna göre, âlemin kadir olan bir fail tarafından yaratılmış bulunduğunda şüphe yoktur.[4] 5. Sem’ Es-Semi’ El-Basîr Semi, Allah’ın her şeyi işitip, her işi görmesi demektir. Sem’ ve Basar sıfatları da Allah’ın ezelî ve ebedî kemâl sıfatlarındandır. O’nun işitmesi, yaratıkların işitmesi gibi noksan ve hudutlu değildir. Yüce Allah her şeyi vasıtasız olarak işitir. Semî’ ismi kırk altı âyette Allah’a izâfe edilmiş olup bunların otuz ikisi Alîm, on biri Basîr, biri Karîb isimlerinden önce zikredilmiş, iki âyette de “Semîu’d-duâ” duayı işiten, kabul eden şeklinde kullanılmıştır. Allah’ın işitip görmesine, uzaklık-yakınlık, gizlilik-açıklık, karanlık-aydınlık gibi mefhumlar bir engel teşkil edemezler. Hiçbir şey O’nun işitme sıfatının dışında kalamaz. O, kullarının dualarını ve zikirlerini, gizli-aşikâr dilek ve yalvarışlarını işitip hikmetine uygun şekilde karşılık verir. İşiticilik, Allah’ın Zâtıyla kâim olup işitilecek şeylerin kendisine gizli kalmadığı Yüce Zâtın Basîr, Alîm, Kadîr gibi ezelî sıfatını teşkil eder. Bu anlamda Semî’ için ilgi alanı taalluk düşünmeye gerek yoktur. Bu ilâhî isim veya sıfat karşısında gizli ile âşikâr, konuşma ile sükût halleri eşittir. Yüce Allah’ın böyle her şeyi işittiğine iman eden bir insan, daima güzel konuşur, her zaman Allah’ı anar, O’nu yüceltir. Her sözünü ve işini Allah’ın rızasına uygun yapar. Sem’ ve Basar sıfatları birer kemâl sıfatı olduğundan, zıtları olan amâlık görmemek ve sağırlık işitmemek Zât-ı Bârî hakkında muhal olan noksan vasıflardandır. 6. Basar El-Basîr Basar, görme kuvveti demektir. Yüce Allah kendi şanına uygun bir halde Basar görme sıfatı ile vasıflanmıştır. Allah herhangi bir alet ve vasıta olmaksızın her şeyi görür. Fakat alet ve vasıta ile görenlerin gördüklerini de görür. Her gözden gören O’dur. Bazı şeyleri görmesi, diğer şeyleri görmesine engel olmaz ve O’nun görmesinden hiçbir şey gizli kalmaz. En karanlık gecelerde, karıncaların ve daha küçük yaratıkların kımıldamalarını, hareketlerini görür ve bilir. Semî’ ve Basîr sıfatları Hayy sıfatı ile yakından ilgili hatta onun zaruri bir sonucudur. Çünkü hayat sahibi olan sonsuz varlığın, cansız nesnelerden farklı olarak işitme ve görme özelliklerine de sahip olması gerekir. İşitme ve görme yetkinlik ifade eden kavramlar olduğuna göre Allah’ın bu yetkinliklerden yoksun olduğunu düşünmek mümkün değildir. O sebeple, ibadetler ancak semî’ ve basîr olan bir mâbuda yapılabilir. Kur’an-ı Kerîm, “Hiç görenle görmeyen bir olur mu?” Enâm 6/50; Rad 13/16; Fâtır 35/19 buyurarak, Basar sahibi olmamanın mutlak kemale gölge düşüreceğine dikkat çekmiştir. Diğer sübûtî sıfatlar gibi kadîm olan bu sıfat da görülebilen her şeye sonsuz lâ yezâlî olarak taalluk eder. Bu sıfatın kadîm olması onun taalluk ettiği şeylerin de kadîm olmasını gerektirmez. Şüphe yok ki, görememek ve bilememek büyük bir noksanlıktır. Yüce Allah ise böyle bütün noksanlıklardan beridir ve bütün kemal sıfatları ile vasıflanmıştır. Kalbi iman dolu bir insan, Yüce Allah’ın kendisini görüp gözetmekte olduğunu bilir ve üzerinde düşünür. Böylece durumunu düzeltir, edebe aykırı hiçbir harekette bulunmaz, melekler gibi temiz bir hayat içinde yaşamaya çalışır. 7. Kelâm “Ve Allah Teâlâ Musa’ya bilmuhatabe aracısız tekellüm buyurmuştur.” Nisa, 4/164 Kelam, Allah Teâlâ’nın harfe ve sese muhtaç olmadan konuşması demektir. Allah Teâlâ’nın kelâm, yani, söyleme, konuşma sıfatı vardır. Bu sıfat ezelî ve ebedîdir. Bu sebeble Allah’a Mütekellim denilir. Kur’ân-ı Kerîm’e de Kelâmullah tabir edilir. Allah’ın peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği İlâhî kitablar, insanlara ve diğer canlılara gönderdiği vahiy ya da ilhamlar, hep O’nun Kelâm sıfatının bir tecellîsidir. Allah cc, gerek insanlarla gerekse de peygamberleri ile vahiy yoluyla, elçi göndermek suretiyle veya perde arkasından konuşmuştur. وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَائِ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِىَ بِاِذْنِهٖ مَا يَشَاءُ اِنَّهُ عَلِىٌّ حَكٖيمٌ “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Şûrâ, 42/51 وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْلٖيمًا “Ve Allah Teâlâ Musa ile bilmuhatabe aracısız tekellüm buyurmuştur.” Nisa, 4/164 Bu âyet-i kerimede yer alan كَلَّمَ “konuştu” fiili, bu fiilin mastarı yani تَكْلٖيمًا “konuşmak” kelimesi ile teyit edildiği için, Arap dil bilginlerinin görüş birliği ile, hiçbir şekilde mecaza hamledilemez. Dolayısı ile âyet-i kerimede beyan edilen “konuşma” fiili tam bir “kelamı” yani “konuşmayı” beyan eder. Bu durumda şimdi aktaracağımız âyet-i kerimenin meali de Allâhu alem şu şekilde olmalıdır وَلَمَّا جَاءَ مُوسٰى لِمٖيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ “Musa, kendisiyle konuşacağımızı vadettiğimiz vakitte gelince, Rabbi ona kelâmını vasıtasız olarak söyledi.” Arâf 7/143. Kelâm sıfatı, Allah’ın ezelde konuşma gücü bulunması ve Zâtında kelâm yaratması demek olup, konuşma gücü ezelî, Zâtında harf ve ses yaratmak suretiyle söz söylemesi ise hâdistir. Kelâm, Allah’ın Zâtıyla kaim manalardan ibaret olup ezelîdir. Allah, ezelî kelâmını, harf ve ses vasıtası olmaksızın da harikuladelik çerçevesinde, dilediği kuluna işittirir. İlâhî sıfatların mahiyetini tam olarak bilmek imkânsız olmakla birlikte, teşbihten kaçınarak kabul etme şartıyla kelam, Allah’ın İlim ve İrade’sinden ayrı sübûtî bir sıfatıdır. Bu sıfatlar hâdis olsaydı, kadim olan Allah’ın da hadis varlıkların bir mahalli olması gerekirdi. Bu ise muhaldir. Yüce Allah için bu yedi sıfattan türeyen isimler, O’nun hakkında ezeli ve ebedi olan isimlerdir. Allah ezelde Hayy, Alîm, Mürîd, Kâdir, Semi’, Basîr ve Mütekellimdir. 8. Tekvin “Ol der, oluverir.” Yasin, 36/82 Tekvin, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biri olarak yoktan var etme, icat ve yaratma demektir. Tekvin, mâdum yok olan bir şeyi yokluktan çıkarmak, vücuda getirmek demektir. Bu da Allah’ın bir sıfatıdır. Yüce Allah bu tekvin sıfatı ile dilediği herhangi bir şeyi yoktan var eder veya var iken yok eder. Kur’an-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’ın gökleri ve yeri yoktan yarattığı, O’nun şekil verenlerin en güzeli ve yegâne gerçek yaratıcı olduğu, yaratıcılığının kesintiye uğramadığı, her şeyin icat edilişi, tabiat düzeninin kurulup korunması, insana verilen nimet ve yetenekleri anlatan âyetler tekvin sıfatının naklî delilleridirler. Tekvin, Ehl-i Sünnet’in iki hak itikâdî mezhebinden biri olan Mâtüridîlere göre, İlim, İrade ve Kudret sıfatından ayrı bir sıfattır. Yine Mâtüridîlere göre, Hak Teâlâ’nın yaratmak, rızık ve nimet vermek, azap vermek, diriltmek, öldürmek gibi bütün fiil sıfatları, tekvin sıfatına râcidir ve bu sıfatın eserleri ve tecellîleridirler. Bu sebeple fiilî sıfatlar olarak adlandırılır. Kudret ve Tekvin, birer kemal sıfatı olup, zıtları olan acz, Allah hakkında muhaldir. Eş’arî mezhebine göre ise, Allah’ın Tekvin sıfatı, Kudret sıfatının makdûrata yaratılması takdîr edilmiş şeylere, yaratma ânında taallûkundan ibaret olup, müstakil bir sıfat değildir. Yani Tekvin, Kudret sıfatı içinde itibarî bir vasıf olmaktadır. Eşarilere göre, Allah Teâlâ’ya Mükevvin isminin verilmesi, O’na kudret sıfatından ayrı, “Tekvin” adında bir sıfatın isnat edilmesini gerektirmez. İcat etmek, yaratmak, bilfiil vücuda getirmek, Hak Teâlâ’nın doğrudan Kudret sıfatıyla olur. Dolayısı ile Mâtüridîler, Tekvin sıfatını, Kudret sıfatından ayrı bir sıfat kabul ettiklerinden, Zâtî ve Sübûtî sıfatları sekiz olarak sayarlar. Eş’arîlere göre ise bu sıfatlar yedidir ve sıfât-ı seb’a olarak isimlendirilir. Zikrettiğimiz bu sıfatlar, Zatın kendisi olmayıp, Zata ait sıfatlardır. Âlemin yaratıcısı Allah, ilim ile Alîm, hayat ile Hayy ve kudret ile Kâdir’dir. O, diğer bütün sıfatlarında da böyledir. Bütün bu sıfatlar Allah’ın zatıyla kaimdir. Bu sıfatlardan hiçbirinin Allah’ın zatı olmaksızın, var olması caiz değildir. ❖ Ey Rabbimiz, Sen’den bizleri bağışlamanı, merhamet etmeni, yağmur, yıldırım, kar ve dolu gibi gökten gelen afetlerden, zulüm, eza, cefa, yangın, deprem, kıtlık gibi bütün maddî-manevî belalardan muhafazanı, kadın-erkek bütün inananlara mağfiretinle muamele etmeni, kalplerimizi ilimle nurlandırmanı, fikrimizi muteber işlerle meşgul etmeni dileriz. Fazlına güvenir, ancak sana tevekkül ederiz. Bizleri Zât’ından başkasına bırakma. Âmin. İnşallah, “Cenâb-ı Hakk’a Ait Âlî Sıfatlar ve Tevhid III” yazısı ile devam etmeye çalışacağız. [1] Meraj Niknam, Bursevî Muhyiddin Efendi 1550-1680, Hayatı, Edebi Kişiliği ve İlahîleri’nin Tahlili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-2014, s. 173. [2] Ebu Hamid el-Gazzali, İtikatta Orta Yol, Önsöz ve notlarla çeviren Dr. Kemal Işık, Ankara Üniversitesi Basımevi-1971, s. 76. [3] Ibid, s. 80. [4] Ibid, s. 60. © Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.
Allah’ın zati sıfatları; sadece O’nun zatına mahsus olup, yarattıklarından herhangi birisine verilmesi caiz ve mümkün olmayan şu altı sıfattır;1- VÜCUD Allah’ın kendisine has bir varlığa sahip olması. O’nun varlığı kendindendir. Varlığın zıddı olan yokluk, O’nun için söz konusu KIDEM Varlığının başlangıcının olmaması. Ne kadar geriye gidilirse gidilsin, O’nun var olmadığı an BEKA Allah’ın varlığının sonunun olmaması. Ne kadar geriye gidilirse gidilsin O’nun olmayacağı bir an MUHALEFETÜN Lİ’L-HAVADİS Allah’ın sonradan olmuş varlıkların hiç birisine hiç bir şekilde benzememesi. O’nun zatı, hatırımıza ve zihnimize gelen her şeyin VAHDANİYET Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olması, eşinin benzerinin KIYAM Bİ-NEFSİHİ Varlığının kendinden olması. O’nun varlığına sebep olan başka bir varlık, başka bir irade ve kudret yoktur. Varlığı, zatının subuti sıfatları Benzerleri sınırlı ve vasıtalı olarak insanlara verilmiş olsa da, Allah’ın kendisine has olan sıfatları sınırsızdır ve herhangi bir vasıtaya muhtaç değildi1- İLİM Allah’ın olmuş olan ve olacak her şeyi bilmesi. Yüce Allah’ın sonsuz bir bilgiye sahip olduğunu ve ilminin her şeyi kuşatmış olduğunu bilmektir. Gerek yer ve gerekse göklerde, hiçbir şey O’nun ilmi dışında Allah buyuruyor ki; “O,her şeyi bilir Bakara Süresi’29”Yüce Allah buyuruyor ki; “Yaratan bilmez mi? O’nun ilmi, latif olduğu için her şeyi bilicidir Mülk Süresi’14”Yarattığı alem, O’nun ilminin en belirgin delilidir. Bu kadar mükemmel ve düzenli bir kainatı yaratan, elbette sınırsız ilim sahibidir2- KUDRET Sonsuz ve sınırsız güç sahibi olması. Bütün alemi yoktan var eden Yüce Allah’ın, her şeyi yapacak güçte olduğuna inanmaktırYüce Allah buyuruyor ki; “O’nun her şeye gücü yeter Maide Süresi’120”Alem çok düzenli, mükemmel ve dengeli bir sanat eseridir. Sağlam olarak dokunmuş ve çok muazzam bir şekilde süsü işlenmiş mükemmel bir kumaşı gören kimsenin “Bunu ölü veya kör bir kimse dokumuştur’ demesi ne kadar büyük bir ahmaklık ve akılsızlık ise, bu eşsiz alemin yaratıcısının güçsüz olduğunu sanmak da o kadar, hatta daha büyük akılsızlık ve aptallıktır3- HAYAT Yüce Allah’ın hayat sahibi diri olduğunu bilmektir. Zira ilim ve kudret sahibi olanın, hayatta olması zaruridirEğer cansız bir varlığı çok güçlü, bilgin ve tedbir sahibi olarak kabul edersek, o zaman bütün canlıların hareketinden, hatta bir sanat eserinin sahibinin yaşamasından şüpheye düşmek gerekirdi. Bu ise cahillik ve aptallıktan başka bir şey değildir4- İRADE Allah’ın dilediği şeyi dilediği gibi yapması. Yüce Allah’ın iradesi de kadimdir öncesizdir5- SEMİ VE BASAR Cenab-ı Hakk’ın gizli aşikar her şeyi, işitmesi, görmesi ve O’nun için gizli kalmaması. Yüce Allah insanın aklından geçirdiği, hatırladığı ve tasarladığı en ince düşünceye kadar her şeyi bilir. Hiçbir şey O’ndan saklanmaz. Karanlık bir gecede, siyah bir taşın üzerinde yürüyen karıncanın bile ayak seslerini duyar ve onu canlı varlıklara görme ve işitme duyusu veren bir yaratıcının, bu özelliklerinin en mükemmeli ile donanmamış olması, mantığa ters düşerYüce Allah’ın görmesi ve işitmesi insanlar gibi göz ve kulak ile olmaz. O’nun görmesi ve duyması başka KELAM Yüce Allah’ın konuşucu olduğunu bilmektir. Yalnız O’nun konuşması harf ve ses ile değildir. Varlığı başka varlığa benzemediği gibi, konuşması da diğer konuşmalara benzemez. Asıl konuşma, insanın içinde tasarladığı TEKVİN Allah’ın yok olanı, yokluktan varlığa çıkarması, yaratması.😎 SONRADAN MEYDANA GELEN ŞEYDEN MÜNEZZEH BULUNMASI Varlığı kendinden olan Yüce Allah’ın kelam konuşma ve diğer sıfatları kadim öncesiz dir. Zira Yüce Allah’ın değişikliğe uğrayan yeni olaylara sahne olması imkansızdır. Varlığının kadim öncesiz olduğunu bilmek nasıl vacip ise, sıfatlarının da kadim olduğuna inanmak da öyle vaciptirO, hiçbir şekilde değişmez. Sonradan meydana gelme, yenilenme O’nun için söz konusu değildir. Ezelde taşıdığı sıfatların aynısını ebede kadar ALLAH’IN BÜTÜN ÖZELLİKLERİ,ZATI İLE DEĞİL, KADİM ÖNCESİZ OLAN İLİM SIFATI İLE ALİM, HAYAT SIFATI İLE DİRİ, KUDRET SIFATI İLE GÜÇLÜ, İRADE SIFATI İLE DİLEYEN, SEM’İ SIFATI İLE DUYAN, BASAR SIFATI İLE GÖREN OLMASI LİM SIFATI OLMADAN ALİMDİR DEMEK, MALI OLMAYANA ZENGİNDİR DEMEK GİBİ İmam Gazali / el-ihya / C1 / Sayfa 290-295b- Akademi Araştırma Heyeti / Bir Müslüman’ın Yol Haritası / Sayfa 85-86
İnsandaki kudret, Allah’ın iradesiyle kendisine verilmiş ödünç bir enerjidir. Örneğin elimizi havaya kaldırmamız bize verilen bir kudretle gerçekleşmektedir. İrademiz elimizi havaya kaldırma yönünde bir karar aldığında Allah verdiği kudretle bu eylemi gerçekleştirmektedir. Bu işte bize ait olan kısım, sadece elimizi kaldırma isteğidir. Yani bir niyettir. Bu isteğin gerçekleşmesi için gerekli olan enerji ve eylem Allah tarafından yaratılmaktadır. Çünkü Allah mutlak anlamda irade sahibi olduğu gibi mutlak anlamda güç sahibidir de. Allah bu konuda öz olarak şöyle demektedir “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı Saffat suresi, ayet 96”. Allah sadece henüz yıldızlarının ışığı dünya yaratılalı beri bize ulaşamamış bu büyük evrenin değil başka, mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayallerini bile kuramayacağımız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne bir kayıt ve son düşünülemez. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın kudreti nerede, topraktan yaratılan ve üstelik Allah’tan ödünç olarak alınan insanın gücü nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. e. Semi Allah her şeyi işitendir. O’nun işitmesi için kulaklara ve sese ihtiyacı yoktur. Bir fısıltının bile anlamı ona gizli kalmaz. Hatta O kalplerde geçen niyetleri bildiği gibi zihinlerde geçen ve henüz sese dönüşmemiş düşünceleri de anlar. Oysa insanın işitebilmesi için konuşmanın anlaşılır bir dille ve belli bir frekans aralığında yapılması gerekir. Allah’ın gönlündeki niyetleri ve zihnindeki düşünceleri bilmesine karşın insanın O’nun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak istemesi, O’nun razı olmadığı ve öfkelendiği düşünceleri kafasında geçirmesi ne büyük bir bahtsızlıktır. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın işitmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratmasıyla işitmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. f. Basar Allah her şeyi görendir. O’nun görmesi için gözlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın üzerindeki siyah karıncanın ayaklarını da görür. Hatta insanın göremediği kapalı şeylerin içerisindekiler de O’nun için apaçıktır. Oysa insanın görebilmesi için yeterli ışık miktarı ile nesnenin gözler önünde bulunması gereklidir. Allah’ın her şeyi gördüğünü bildiği halde insanın O’nun hoşlanmadığı ve öfkelendiği şeyleri yapması ne büyük bir bahtsızlıktır. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın görmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratmasıyla görmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. g. Kelam Allah konuşur. Ama O’nun konuşmasının hiçbir organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde konuşur. İnsanlara doğru yolu göstermesi için indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sözüdür. Kuran-ı Kerim bizler gibi mahluk yaratılmış değildir. Allah Hz. Musa Aleyhisselâm ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Miraç gecesi hem Allah’la konuşmuş hem de O’nu görme şerefine erişmiştir. Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la sohbet etme nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi feyizlerini verir. Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği için onda her şey temsil yoluyla, yada bir prototip küçük örnek, model olarak mevcuttur. Kuran-ı Kerim bütün yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan mucizevi bir kitaptır. Allah’ın ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının tecellisidir. Evrendeki, yeryüzündeki, insandaki her şey Allah’ın birer ayetidir. Allah bunlarla insanlara çeşitli mesajlar verir. Allah’ın evrendeki ve insan üzerindeki en büyük ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gündüzdür. Allah bu ayetleri ile ölüme benzeyen gece ve uykuyla bu dünyaya bir gün veda edeceğimizi; tekrar dirilme haşir gibi olan uyanma, gündüz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere yaşatarak her gün anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez görsel ve tensel duyularımıza seslenerek bizlere bir başka açıdan yine sunmaktadırlar. Allah tekrar dirilme olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş, ayrıca evren ve insan gerçekliğine de sözünü ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir. İnsanoğlu Allah’ın varlığını inkar etmeye pek güç yetiremese de Allah’ın kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını biçimlendirmek istediğini görmek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur, onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan var eden ve öldürdükten sonra da diriltip ödül ve ceza için hesaba çekecek olan Allah’ın mektubuna yani Kuran-ı Kerim’e düşman kesilir yada ilgisizlik gösterir. Onun -haşa- çağ dışı olduğunu/eskidiğini düşünür, söyler. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın konuşması nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratması ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. h. Tekvin Allah her şeyi yaratır. Allah bütün evreni yoktan var etmiştir. Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hiçbir şey eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği her şey zahmet çekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın sınırsız gücü her şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun için yoktan yaratmada hiçbir zorluk ve sıkıntı yoktur. Ehl-i sünnetin itikadi inançla ilgili ilkeler mezheplerinden birisi olan Maturidiler, Allah’ın sübuti sıfatlarından birisi olan tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sünnetin itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın kudret sıfatının bir parçası olarak alırlar ve müstakil bir sıfat olarak düşünmezler. Allah’ın yaratma sübuti sıfatı insanın her eylemini de kapsamaktadır. Öyle ki insanı ve yaptıklarını yaratan Allah’tır bk. Saffat suresi, ayet 96. Görünüşte insana ait olan bütün eylemleri aslında Allah yaratmaktadır. İnsanın yürümesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, düşünmesi, görmesi, işitmesi… hep Allah’ın yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu düşünce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah insanın niyetlendiği kötü eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı olmaz. Yaratma eylemi Allah’a ait olduğu için çoğu kez insanın niyetlendiği kötü şeyleri merhametinden gerçekleştirmez. Böylelikle insana bir çeşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da gönlünden geçirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun için de hesaba çekilecektir. İnsanda ne güç ne de yaratma işi vardır. Güç ve yaratma işi Allah’a özgü şeylerdir. Ama insan Allah’ın gücü ve yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Örneğin uçak yapmayı düşünebilir. Ama ne uçağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de uçağın uçmasını sağlayan doğa yasalarını. Bunlar Allah’a ait şeyler olduğu gibi o kişinin uçak tasarısını eyleme geçirmek için gerekli tüm insan ve araç enerjisini ve eylemlerini de Allah yaratmıştır. Böyle birinin uçağı kendisinin yaptığını söylemesi örfi geleneksel bir durumdur. Günlük dilde fiillerin insana nispet edilmesi yaratma yönüyle değil kazanç/sorumluluk kesb yönüyle doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca insanın böyle konuşmasında da dini açıdan bir sakınca görülmez. Örneğin “Yürüdüm, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…” gibi ifadeler, gayet doğal ve dini açıdan herhangi bir sakıncası olmayan sözlerdir. Bir insanın başarısını Allah’a kötü ve çirkin fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Örneğin Allah’ın izni ile birinci oldum, Allah’ın yardımı ile sınıfımı taktirle geçtim; nefsimin esiri olarak o günahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim, şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları suçları kadere havale etmeleri Allah’a bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yüzden “kader mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir. Allah ile sanatçı arasında yaratma ile meydana getirme yönü ile bir koşutluk kurulabilir. Allah yarattığı evren ve varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını göstermiştir. Sanatçı da eseriyle kendi öz yaşamını ve iç dünyasını ölümsüz kılmak ister. Ama Allah eserlerini bir örnek olmaksızın yoktan var ederken sanatçı her zaman bir örneğe ve çeşitli malzemelere muhtaçtır. Bazen sanatçılar için yaratıcı, eserleri için de yaratma sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette büyük bir yanlışlıktır. Zira sanatçı ancak öz yaşamını ve iç dünyasını eserine yansıttığında büyük olma onuruna erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de önceden yaşanmış yada oluşmuş şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu büyüklüğe ermemiş kişilere de sanatçı denmeyeceği açıktır. Sanatçının eserlerine bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun için sanatçı ve eseri için yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha yerinde sözcükler kullanmak gerekir. Evrenleri yoktan yaratan Allah nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
Allahın Sıfatları Nelerdir? Zati Selbi ve Sübuti Sıfatlar Nelerdir? Allah’ın Sıfatları 1Allah’ın Zati Sıfatları Allah’ın cc. zati sıfatları şunlardır a. Vücut Var olmak demektir. Allah vardır. Ama O bizim gibi bir bedene muhtaç değildir. O’nun varlığı zihinde herhangi bir kalıba sokulamaz. Zihne Allah ile ilgili gelen her şekilden dolayı Allah’ı tenzih etmek sübhânallah demek gerekir. b. Kıdem Allah ezelidir. Allah’ın varlığının bir başlangıcı yoktur. Allah ezelde geçmiş bütün zamanlardan önce de vardı. Allah zaman kaydından uzaktır. c. Beka Allah ebedidir. Allah biz fani varlıklar gibi ölümlü değildir. Aslında Allah’ın zaman kaydından uzak olduğunu belirtmiştik. d. Muhalefetü’n-Lil-havadis Allah yarattığı hiçbir varlığa benzemez. e. Kıyam Bi-nefsihi Allah Kendi zatıyla vardır. Varlığı için kimseye muhtaç olmamıştır. f. Vahdaniyet Allah birdir. Bu sıfatlar, Allah’ın zatı ile ilgilidir. Allah’ın zatı ise bilinemez, tasarlanamaz, nitelenemez, ölçülemez, yer ve zaman kayıtlarına bağlanamaz. Bu özelliklerinden dolayı Allah’ın zati sıfatları sübuti sıfatlarından farklıdır. Çünkü bu sıfatları sübuti olumlu, gerçekle bağdaşır sıfatlar gibi varlık dünyasında, özellikle insan üzerinde görmek olanaksızdır. Bu nedenle bu sıfatların bazılarını tam anlamıyla kavramak da çok zordur. Çünkü insan zihni bu dünyadaki doğa yasalarıyla biçimlenmiştir. Bu yüzden mantık kuralları Allah’ın zatını, dolayısıyla zati sıfatlarını anlamakta ve kavramakta bir acziyet içerisinde bulunur. Yalnız vahdaniyet zati sıfatı ahirette ceza yada ödül almada en önemli sınav konusu olması dolayısıyla değerlerinden farklı olarak evrende, yeryüzünde, canlı ve cansız varlıklarda değişik ayetlerle gözler önüne serilmiştir. Allah’ın zati sıfatlarını varlıklara ilişkin benzerliklerden tenzih etmek gerekir. Bu sıfatları sadece Allah’a has kılmak gerekir. Bu nedenle bu sıfatlara tenzihi veya selbi sıfatlar da denir. a. Vücut Zati sıfatlardan vücut ile zihinde Allah ile ilgili hiçbir şey tasarlanamaz. Allah’ın vücudu vardır, ama bu hiçbir biçimde yaratılmışların vücuduna benzemez. Ayrıca Allah’ın vücudu ile ilgili bir nitelik ve nicelik tasarlamak da doğru değildir. Görünüşte insanın da bir vücudu vardır. Bu vücut, Kuran’ın Kerim’in ifadesiyle topraktan yaratılmıştır. Toprak da bütün evren ve içerisindeki her şeyle birlikte Allah’ın “Ol!” emri ile birlikte yoktan var edilmiştir. Allah evreni ve içerisindekileri yaratırken kendisinden hiçbir şey eklememiştir. O bunları yoktan yaratmıştır ve yaratmaktadır. Bilim, evrenin bir şişirilen balon gibi genişlemeye devam ettiğini belirttiğine göre bu yaratma süreci şu anda da sürüyor demektir. Allah’ın yaratma işini sadece bu evrenle de sınırlamak doğru değildir. Kuşkusuz Allah mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz nice evrenlerin de yoktan yaratıcısıdır. Bu yüzden yoktan yaratılmış bir şeyi, hele insan gibi son derece aciz bir varlığı vücut yönü ile evrenleri yaratan Allah ile karşılaştırmak, Allah karşısında insanın bir varlığının olduğunu düşünmek son derece küstahça bir tavırdır. Bu yüzden İslam bilginleri vücut sıfatını, varlık dünyasında, özelikle insan üzerinde Allah’ın nitelik ve nicelik kaydıyla etkileri yada yansımaları görülen sübuti sıfatlarından saymamışlardır, zati sıfatları arasında kabul etmişleridir. Allah Vacibü’l-vücuttur yani varlığı gerekli, olmaması düşünülemez. Diğer varlıklar ise, birer mümkündür yani Allah’ın yaratıp yaratmamada ilahi iradesine bağlı. b. Kıdem Allah’ın kıdem sıfatını da mantık kavramakta zorlanır. Çünkü doğada her canlı varlığın bir başlangıcı vardır. Hatta cansız varlıklar için de bu durum geçerlidir. Binlerce, milyonlarca yılda oluşan fosillere belli bir yaş tespit edilebilmektedir. Hatta çağımızda bilim, dünyamızın ve içerisinde bulunduğumuz evrenin bile bir başlangıcı olduğunu kabul etmiştir. Ama Allah ezelidir. Allah’ın ezeli oluşunu yaratılmış herhangi bir varlıkla karşılaştırmak olanaksızdır. Çünkü Allah dışında herhangi bir ezeli varlık yoktur. Bu yüzden Allah’ın kıdem sıfatını kavramak gerçekten çok güçtür. Çağımıza gelinceye kadar pek çok filozof, dünyanın ve evrenin ezeli olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden Allah’ın da dünya ve evrenle aynı zamanda varolduklarını sanmışlardır. Çağımızda geçerliği yüksek oranda kabul gören “Büyük patlama kuramı Bingbang” ile bu anlayış bilim dışı kabul edilmiş, Allah’ın ezeli olduğu, yarattığı varlıkların da sonradan meydana geldiği doğrulanmıştır. c. Beka Allah’ın kıdemezeli oluşu mantıkla kavranamayacak bir zati sıfatı iken beka ebedi zati sıfatı, insanın doğası ile onaylanabilecek bir özellik taşır. İnsan, hiçbir zaman ölümü içine sindirememiştir. Her ne kadar her birimizin sınırlı bir ömre sahip olduğunu zihnen düşünsek de hiçbir insan ölümün kendi başına gelebileceğine ihtimal bile vermek istemez. İnsan bu dünyaya adeta ebedi yaşamak için gelmiştir. Bu onun iç dünyasında bir inançtan da öte bir şeydir. İnsan, ruhsal dünyasından gelen bir güdüyle yani ebedi yaşam arzusuyla adeta hiç ölmeyecekmiş gibi bir ömür için programlanmıştır. Bundan dolayı inançlı birisi de olsa pek çok insan gafletle ahiret hesabını düşünmeden günah denizine dalmaktadır, Allah’ın emir ve yasakları karşısında gereken saygıyı ve titizliği göstermemektedir. Kuşkusuz iç dünyasındaki bu ebedi yaşam arzusu ile kişi, Allah’ın beka sıfatını da rahatlıkla kavrayabilir. İnsana böyle bir ebedi yaşam arzusu yüklediğine göre Allah’ın beka zati sıfatı ile ahirette ebedi bir yaşamla insana ömür vereceğine inanabilir. d. Muhalefetü’n-Lil-havadis Allah’ın diğer bir kısım zati sıfatlarını anlamakta zihin aslında pek o kadar önemli bir sıkıntı yaşamaz. Çünkü bunlar az çok mantık kuralları ile rahatlıkla anlaşılabilir. Örneğin muhalefetü’n-lil-havadis Allah’ın [ yarattığı hiçbir varlığa benzememesi zati sıfatını mantıkla kavrayabilmekteyiz. Şöyle ki, bir ressam ile yaptığı tablodaki şekiller arasında bir ilişki kurmak, ressamın tablosundaki şekillerle kendi fiziksel görüntüsünü çizdiğini iddia etmek ne kadar saçma ise Allah’ı yarattığı varlıklara benzetmek, O’nu yarattığı varlıklar biçiminde tasarlamak da o kadar mantık dışı bir çabadır. Ressam kendi resmini çizmeksizin kendi dışındaki varlıkların resmini çizmede sınırsız bir olanağa sahiptir. Yüce Allah da mutlak ve özgür iradesiyle böyle bir olanağa bir ressamdan daha çok hak sahibidir. Bu yüzden yüce Allah’ı yarattığı varlıklara benzetmekten tenzih ederiz. e. Kıyam Bi-nefsihi Allah’ın kıyam bi-nefsihi Allah, [ Kendi zatı ile vardır. Varlığı için kimseye muhtaç olmamıştır zati sıfatını da mantık kavramakta zorluk çekmesine karşın varlık dünyasında verilecek bazı somut örneklerle de bu sıfat mantık için anlaşılır kılınabilir. Örneğin bir trenin vagonlarını düşünelim. En sonuncusu için “Bunu hareket ettiren şey nedir?” diye düşündüğümüzde ilk vagona kadar onu nedenlere bağlayabiliriz. İlk vagondan da makine bölümüne geçebiliriz. Artık “Makine bölümünü hareket ettiren nedir?” diye sormak saçma olur. Zira o kendinden hareketlidir. Onun önünde hareket eden, ettiren bir cisim aramak doğru değildir. Yüce Allah da varlık dünyasını yoktan var etmiştir. Bütün doğa yasaları sonunda O’nun gücüne ve kudretine bakar. Gerek varlık dünyasında gerekse doğa yasalarında ilk neden Allah’a dayanır. Allah’ın varlığı ve sıfatları için Kendi’sinden başka bir dayanak, güç ve kudret aramak tıpkı tren vagonlarının önündeki makine bölümünün önünde başka bir çekici güç aramak gibi saçma bir şeydir. f. Vahdaniyet Allah’ın vahdaniyeti bir oluşu mantıkla, evrendeki, yeryüzündeki, canlı ve cansız varlıklardaki pek çok ayetle kavranabilecek bir gerçekliğe sahiptir. Bu açıdan diğer zati sıfatlarından ayrılır. Allah vahdaniyetini insanlar doğru yolu bulsunlar, hak dine girsinler diye adeta gözler önüne sermiştir. Her birimizin yüzünde aynı organlar bulunmaktadır. Allah bununla her yüze yaratıcılarının tek olduğu el-Vahid imzasını vurmuştur. Ayrıca her yüzde diğer yüzden ayrılan özellikler bulunmaktadır. Bu küçük farklılıklar nedeniyle tıpkı aynısı iki yüze dünyada rastlanamaz. İkizlerde bile durum böyledir. Allah bu küçük nüanslarla da eşsiz ve benzersiz olma el-Ahad mührünü insanın yüzüne vurmuştur. Aslında bu durum tüm canlı varlıklar için de geçerlidir. Allah’ın tek oluşuna her varlık kendi hal diliyle tanıklık etmektedir. Evrendeki düzen, varlıkların biçimlerindeki uyum, yaratıcının tek olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü pek çok ilahın olduğu bir yerde mutlaka mücadele ve rekabet de olacaktır. Bunun sonucu olarak pek çok ilahın evrendeki düzeni anarşiye, varlılardaki uyumu da kaosa sürüklemesi gerekirdi. Böyle olumsuz şeyler söz konusu olmadığına, yani evrende herkesin tanıklık ettiği bir düzen, varlıklarda gözle görülür bir uyum olduğuna göre Allah’ın tek olduğu gün gibi açıktır. Allah’ın vahdaniyetinin, diğer zati sıfatlarına göre insanın ölümden sonraki ahiret yurdunda ebedi ödül yada ceza görmesinde önemli bir sınav konusu olması da dikkati çeker. Allah insanın Kendi’sinin bir oluşunu kavramasını istemiştir. Kendi’sine başka bir varlığı şirk koşmasını kesinlikle yasaklamıştır. Allah Kuran-ı Kerim’de şirk dışında kalan diğer günahları affedebileceğini de belirtmiştir. Şirki en büyük günah olarak kabul etmiştir. Allah’a şirk koşanlar ebedi cehennemle uyarılmıştır. Allah’ın vahdaniyeti tek oluşu insanların aynı ebeveynin evlatları gibi toplumsal yaşamda ve kanun önünde bir ve eşit oluşu anlamına gelmektedir. Şirk ise toplumsal yaşamda ve kanun önünde eşitsizliği ve ayrımcılığı temsil eder. 2. Allah’ın Sübuti Sıfatları Allah’ın sübuti sıfatları şunlardır [FONT="]a. [/FONT]Hayat Allah’ın diri olmasıdır. [FONT="]b. [/FONT]İlim Allah’ın her şeyi ezelde bilmesidir. [FONT="]c. [/FONT]İrade Allah’ın yapmak istediği her şeyde özgür ve bağımsız olmasıdır. [FONT="]d. [/FONT]Kudret Allah’ın her şeye gücünün yetmesidir. [FONT="]e. [/FONT]Semi Allah her şeyi işitir. [FONT="]f. [/FONT]Basar Allah her şeyi görür. [FONT="]g. [/FONT]Kelam Allah organa, sese ihtiyaç duymaksızın konuşur. [FONT="]h. [/FONT]Tekvin Allah yoktan yaratır. Allah’ın sübuti sıfatları zati sıfatları gibi gerçekliğin ötesinde değildir. Mantıkla rahatlıkla kavranabilmenin yanında duyu organları yoluyla gerçeklikle de karşılaştırılabilir. Bu sıfatların önemli bir kısmı belli bir nitelikte ve nicelikte olmak üzere insanda da bulunmaktadır. Oysa zati sıfatlar sadece Allah’a özgüydü. Sübuti sıfatların bazılarının belli bir nitelikte ve nicelikte insan üzerinde bulunmasını yanlış anlamamak gerekir. Zira bu konuda ufacık bir hata insanın itikadını inançla ilgili ilkelerini bozmaya yeterlidir. Allah bu sübuti sıfatlara bizim mahiyetini anlayamayacağımız, nitelikten ve nicelikten yoksun bir biçimde sahiptir. a. Hayat Allah hayat sahibidir. Diridir. Hayat sahibi yani diri olmak, bütün canlı varlıklar için de geçerli bir durumdur. Ama biz canlı varlıklar için hayat sahibi olmak demek, uyumak, hastalanmak, yaşlanmak ve ölmek anlamlarına da gelir. Daha doğrusu hayatın içinde yada sonunda uyku, hastalanma, yaşlanma ve ölme gibi dönemler yada aşamalar da vardır. Oysa Allah böyle şeylerden uzaktır. O değişim, dönem ve aşama gibi evrelerden münezzeh uzak olarak hayat sahibidir. O’nun hayatının başlangıcı kıdem düşünülemeyeceği gibi sonu beka da tasarlanamaz. Allah ezeli ve ebedi olarak diridir. Ayrıca O canlı varlıklarda olduğu gibi uyku, hastalık, yaşlanma, ölüm gibi zafiyet ve eksiklerden de uzaktır. O, hiçbir değişim, dönem, aşama ve zayıflık geçirmeden diridir. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın diriliği nerede, topraktan yaratılan insanın diriliği nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. b. İlim Allah ilim bilgi sahibidir. Daha henüz evren ve insan yaratılmadan önce de O her şeyi biliyordu. O’nun ilmi ezel ve ebedi kuşatıcıdır. Her insanın kaderi ezelde O’nun ilminde vardı. Hatta bir insanın nefeslerinin sayısını, yaşamındaki hadiselerini, ahirettte nasıl bir muameleye tabi olacağını ve nereye gideceğini de biliyordu. Yaşamındaki en ufacık ayrıntı bile O’nun ilmi dahilindeydi. Ama Allah bu ilmini insanın kısmi cüzi iradesiyle doğru yada yanlış yolu seçmesinde mecbur zorunlu tutmamıştı. İnsanı da doğru ile yanlışı ayırabilecek bir ilim sıfatı ile donattıktan sonra kısmi irade ile özgür bırakmıştı, fakat bu bedele karşılık her seçiminde sorumlu tutmuştu. Allah’ın ilim sıfatı her türlü eksiklikten ve kusurdan uzaktır. İnsan sınırlı olanakları ile bazen yanlış şeyler öğrenir. Bazen de öğrendiği doğru şeyleri unutur. Her zaman da bilmediği pek çok şey vardır. Allah insana özgü olan bu kusurlardan ve eksiklerden uzak olduğu gibi mutlak anlamda da ilim sahibidir. O’nun ilminde ne bir eksiklik ne de bir kusur vardır. Her şeyi ilmine göre yarattığı gibi ilmiyle de her şeye her an tasarruf etmektedir. Onları egemenliği ve kontrolü altında bulundurmaktadır. Ağacından düşen bir yaprak bile O’nun ilminde yer aldığı gibi O’nun izni ve yaratması ile de bu eylemini gerçekleştirmektedir. Allah ilim sıfatı ile insana varlık âleminde büyük bir üstünlük vermiştir. Hayvanlardan ilim öğrenme yönümüzle ayrılırız. Hatta Allah’a yakın olan melekler bile insana tanınan bu manevi makama gıpta ile bakmışlardır. Çünkü melekler akıl sahibi varlıklar olmasına karşın onların tüm bilgileri Allah’ın kendilerine öğrettiği şeylerden ibarettir. Onlar yeni şeyleri kendi yetenekleri ile öğrenemezler. Oysa insan öğrendiği bilgiye bilgi katacak, bilgisini sürekli geliştirecek özelliklere uygun olarak yaratılmıştır. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın ilmi nerede, topraktan yaratılan insanın ilmi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. c. İrade Allah mutlak anlamda iradesahibidir. O dilediği şeyi yaratmada özgür ve bağımsızdır. Kimse O’nu yargılayamayacağı gibi O’nun mutlak iradesi karşısında itiraz etmeye de güç ve takat bulamaz. Her şey ister istemez Allah’ın mutlak iradesine boyun eğmiştir. Yalnız Allah cin ve insan sınıfına verdiği kısmi irade ile yaşam biçimini seçme özgürlüğü tanımıştır. Dileyen kişi Allah’ın dinini seçer, onu yaşam biçimi edinir; dileyen kişi de ona karşı gelir, nefsinin, arzularının yolunu tutar, onları ilahlaştırır, sadece onlara doyum sağlama gibi kısır, yaratılış amacından uzak bir yaşam biçimini sergiler. Tabii Allah cin ve insan sınıfına verdiği bu kısmi irade ile onları sorumlu da tutmuştur, ebedi ahiret yurdunda seçtikleri yaşam tarzından dolayı onları hesaba çekecektir. Allah Kendi iradesine uygun bir hayat biçimini yaşayanlardan ahirette razı olarak onları cennetle ödüllendirecek, peygamberleri aracılığı ile gönderdiği dinlerin emir ve yasaklarına aykırı bir yaşam biçimine sapanları da gazaba gelerek cezalandıracaktır. Allah bir şeyi irade ettiği dilediği zaman o şeye “Ol!” der, o da hemen oluverir. İnsanın dilemesi ise sınırlıdır. Allah dilemedikçe de insan dileyemez. Ama yine de Allah insana bizim mahiyetini içeriğini, özelliklerini pek kavrayamadığımız bir özgürlük de vermiştir. İnsan kendisine tanınan bu özgürlükten ötürü yaptıklarından sorumlu tutulmaktadır. Aslında yaşamımızdaki tüm olaylara kuşbakışı baktığımızda bunlarda bize tanınan kısmi iradenin ne kadar küçük bir rol oynadığını yani sadece belli belirsiz bir niyet olduğunu, görürüz. Örneğin bir arkadaşımız bizden biraz borç para istedi. Ama bizim niyetimiz arkadaşımıza borç para vermemek yönündedir. Bunu da bir irade olarak göstermek istiyoruz. Böyle basit bir olayı enine boyuna incelediğimizde kısmi irademizin boyutunu da daha yakından kavramış olabiliriz. Arkadaşımızın bizden borç para istemesini arzulamadığımızı belirtmiştik. Ama bir zamanlar biz ondan borç para almıştık. Bu durumda bizim de ona borç para vermemiz gerekmektedir. Çünkü vicdanımızda bu yönde bir baskı hissettiğimiz gibi arkadaşımız imalarıyla bize bu konuda manevi bir yaptırım da uygulamaktadır. Ayrıca yakın çevremiz de bizi borç para verme yönünde zorlamaktadır. Elimizde de yeterli para varsa borç para vermek dışında başka bir seçeneğimiz kalmayabilir. Hele hele o arkadaşımız bizim yeterli paraya sahip olduğumuzu da biliyorsa bu konuda elimiz kolumuz bağlanabilir. İstemediğimiz halde, yani irademiz dışında kalarak arkadaşımıza borç para verebiliriz. Oysa gönlümüz bu işi hiç onaylamamıştı ve arkadaşımıza borç parayı uygun görmemişti. İşte yaşamımızdaki her olayı böyle inceden inceye irdelediğimizde gerçekte insanın çoğu kez iradesi dışında kalan güçlere yenik düşerek hareket ettiğini görürüz. Oysa yüce Allah’ın iradesi böyle bir zayıflık ve kusur içermez. Allah mutlak anlamda bir irade sahibidir. Allah’ın insana kısmi irade vermesi de O’nun kudretinin büyüklüğüne ve yüceliğine bir işarettir. İnsan bilgisayar yapabilmekte, bu yolla zihnin bilgiyi hafızada tutma işlemini maddeye, tekniğe en mükemmel şekilde yansıtmaktadır. Hatta bu özellik bilgisayarda insandan daha ileri bir derecede bulunmaktadır. Zira insanlar unutkanlık ile genellikle bilgiyi yitirme, değiştirme gibi olumsuz bir durumla karşılaşırken teknik bir arıza olmadan bilgisayarda bilgi yitirilmeden, değişmeden kalmaktadır. Robotlarla da günlük bazı işler giderilmeye çalışılmaktadır. Ama robotlar bilgisayarlar kadar geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmış değillerdir. Bilim kurgu filmlerinde insanın robotlarla ilgili bir kaygısı çokça konu olarak işlenmiştir Gerçi henüz insanda olduğu gibi irade sahibi bir robot icat edilmiş değildir. Robotlar bilgisayarların bir uzantısı olarak işlem görmekteler, kendilerine yüklenen program dahilinde iş yapmaktadırlar. Bağımsız karar alma, aldığı kararı özgürce uygulama gibi yeteneklere sahip bulunmamaktadırlar. Buna karşın bu bilim kurgu filmlerinde böyle insan gibi irade sahibi robotlar tasarlanmıştır. Bu filmlerde değişmeyen çatışma, bu robotların bazılarının imalat hatası olarak insan için bir tehlikeli silaha dönüşmeleridir. Bunları yok etme de filmin baş kahramanına düşen bir görev olmaktadır. Şimdi bizler de kendimizi bu robotların yerine koyarak yüce yaratıcımız katında nasıl bir rol oynadığımızı, yaratılış amacına hizmet edip etmediğimizi bir düşünelim. Görürüz ki yüce Allah mutlak iradesiyle bizlere tam olarak hakimken, bizi her an öldürebilecekken kısmi irademizi kullanmamıza izin vermiştir. Kendisine itaat edip etmeme konusunda bizlere seçenek sunmuştur. Kısmi irademize aleyhine de olsa saygı göstermiştir. Günah işlediğimizde sabır gösterip tövbe etmemiz için imkan tanımıştır. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın iradesi nerede, topraktan yaratılan insanın kısmi iradesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. d. Kudret Allah sınırsız kudret güç sahibidir. Allah’ın kudret sübuti sıfatı gözler önünde olan şeylerde bile insana büyük bir dehşet duygusu verir. Oysa cennet ve cehennem gibi gerçekleri ile de biliyoruz ki, aslında bütün yaratılmış olan şeyler henüz gözlerimizin önünde değildir. Allah yoktan evreni ve içerisindeki yıldızları, gezegenleri yaratmıştır. Koyduğu kanunlarla bu yıldız ve gezegenler evren boşluğunda kendilerine özgü hareketleri yaparak dengede durmaktadırlar. Bunları hayal dünyamızda canlandırmamız bile Allah’ın sınırsız kudreti hakkında bir fikir verebilir sanırım. İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmesi de Allah’ın kudretini anlamayı sağlayabilir. İki ayağı üzerinde dimdik duran insanoğlu bu ayırıcı özelliğiyle diğer memelilere göre daha üstün bir biçimde yaratıldığını adeta kanıtlamaktadır. Zekası ile doğayı anlaması, ona hakim olması, teknik araçlarla ondan en azami bir biçimde yararlanması görünüşte insana ait bir kudret olsa da gerçekte Allah’ın kudretine işaret eden birer ayetleridir. Çünkü nihayetinde insana verilen kudreti de yaratan yüce Allah’tır. Öyle ise asıl kudret sahibi olan ancak Allah’tır. İnsandaki kudret, Allah’ın iradesiyle kendisine verilmiş ödünç bir enerjidir. Örneğin elimizi havaya kaldırmamız bize verilen bir kudretle gerçekleşmektedir. İrademiz elimizi havaya kaldırma yönünde bir karar aldığında Allah verdiği kudretle bu eylemi gerçekleştirmektedir. Bu işte bize ait olan kısım, sadece elimizi kaldırma isteğidir. Yani bir niyettir. Bu isteğin gerçekleşmesi için gerekli olan enerji ve eylem Allah tarafından yaratılmaktadır. Çünkü Allah mutlak anlamda irade sahibi olduğu gibi mutlak anlamda güç sahibidir de. Allah bu konuda öz olarak şöyle demektedir “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı Saffat suresi, ayet 96”. Allah sadece henüz yıldızlarının ışığı dünya yaratılalı beri bize ulaşamamış bu büyük evrenin değil başka, mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayallerini bile kuramayacağımız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne bir kayıt ve son düşünülemez. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın kudreti nerede, topraktan yaratılan ve üstelik Allah’tan ödünç olarak alınan insanın gücü nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. e. Semi Allah her şeyi işitendir. O’nun işitmesi için kulaklara ve sese ihtiyacı yoktur. Bir fısıltının bile anlamı ona gizli kalmaz. Hatta O kalplerde geçen niyetleri bildiği gibi zihinlerde geçen ve henüz sese dönüşmemiş düşünceleri de anlar. Oysa insanın işitebilmesi için konuşmanın anlaşılır bir dille ve belli bir frekans aralığında yapılması gerekir. Allah’ın gönlündeki niyetleri ve zihnindeki düşünceleri bilmesine karşın insanın O’nun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak istemesi, O’nun razı olmadığı ve öfkelendiği düşünceleri kafasında geçirmesi ne büyük bir bahtsızlıktır. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın işitmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratmasıyla işitmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. f. Basar Allah her şeyi görendir. O’nun görmesi için gözlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın üzerindeki siyah karıncanın ayaklarını da görür. Hatta insanın göremediği kapalı şeylerin içerisindekiler de O’nun için apaçıktır. Oysa insanın görebilmesi için yeterli ışık miktarı ile nesnenin gözler önünde bulunması gereklidir. Allah’ın her şeyi gördüğünü bildiği halde insanın O’nun hoşlanmadığı ve öfkelendiği şeyleri yapması ne büyük bir bahtsızlıktır. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın görmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratmasıyla görmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. g. Kelam Allah konuşur. Ama O’nun konuşmasının hiçbir organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde konuşur. İnsanlara doğru yolu göstermesi için indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sözüdür. Kuran-ı Kerim bizler gibi mahluk yaratılmış değildir. Allah Hz. Musa Aleyhisselâm ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Miraç gecesi hem Allah’la konuşmuş hem de O’nu görme şerefine erişmiştir. Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la sohbet etme nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi feyizlerini verir. Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği için onda her şey temsil yoluyla, yada bir prototip küçük örnek, model olarak mevcuttur. Kuran-ı Kerim bütün yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan mucizevi bir kitaptır. Allah’ın ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının tecellisidir. Evrendeki, yeryüzündeki, insandaki her şey Allah’ın birer ayetidir. Allah bunlarla insanlara çeşitli mesajlar verir. Allah’ın evrendeki ve insan üzerindeki en büyük ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gündüzdür. Allah bu ayetleri ile ölüme benzeyen gece ve uykuyla bu dünyaya bir gün veda edeceğimizi; tekrar dirilme haşir gibi olan uyanma, gündüz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere yaşatarak her gün anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez görsel ve tensel duyularımıza seslenerek bizlere bir başka açıdan yine sunmaktadırlar. Allah tekrar dirilme olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş, ayrıca evren ve insan gerçekliğine de sözünü ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir. İnsanoğlu Allah’ın varlığını inkar etmeye pek güç yetiremese de Allah’ın kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını biçimlendirmek istediğini görmek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur, onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan var eden ve öldürdükten sonra da diriltip ödül ve ceza için hesaba çekecek olan Allah’ın mektubuna yani Kuran-ı Kerim’e düşman kesilir yada ilgisizlik gösterir. Onun -haşa- çağ dışı olduğunu/eskidiğini düşünür, söyler. Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın konuşması nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratması ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır. h. Tekvin Allah her şeyi yaratır. Allah bütün evreni yoktan var etmiştir. Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hiçbir şey eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği her şey zahmet çekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın sınırsız gücü her şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun için yoktan yaratmada hiçbir zorluk ve sıkıntı yoktur. Ehl-i sünnetin itikadi inançla ilgili ilkeler mezheplerinden birisi olan Maturidiler, Allah’ın sübuti sıfatlarından birisi olan tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sünnetin itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın kudret sıfatının bir parçası olarak alırlar ve müstakil bir sıfat olarak düşünmezler. Allah’ın yaratma sübuti sıfatı insanın her eylemini de kapsamaktadır. Öyle ki insanı ve yaptıklarını yaratan Allah’tır bk. Saffat suresi, ayet 96. Görünüşte insana ait olan bütün eylemleri aslında Allah yaratmaktadır. İnsanın yürümesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, düşünmesi, görmesi, işitmesi… hep Allah’ın yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu düşünce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah insanın niyetlendiği kötü eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı olmaz. Yaratma eylemi Allah’a ait olduğu için çoğu kez insanın niyetlendiği kötü şeyleri merhametinden gerçekleştirmez. Böylelikle insana bir çeşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da gönlünden geçirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun için de hesaba çekilecektir. İnsanda ne güç ne de yaratma işi vardır. Güç ve yaratma işi Allah’a özgü şeylerdir. Ama insan Allah’ın gücü ve yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Örneğin uçak yapmayı düşünebilir. Ama ne uçağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de uçağın uçmasını sağlayan doğa yasalarını. Bunlar Allah’a ait şeyler olduğu gibi o kişinin uçak tasarısını eyleme geçirmek için gerekli tüm insan ve araç enerjisini ve eylemlerini de Allah yaratmıştır. Böyle birinin uçağı kendisinin yaptığını söylemesi örfi geleneksel bir durumdur. Günlük dilde fiillerin insana nispet edilmesi yaratma yönüyle değil kazanç/sorumluluk kesb yönüyle doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca insanın böyle konuşmasında da dini açıdan bir sakınca görülmez. Örneğin “Yürüdüm, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…” gibi ifadeler, gayet doğal ve dini açıdan herhangi bir sakıncası olmayan sözlerdir. Bir insanın başarısını Allah’a kötü ve çirkin fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Örneğin Allah’ın izni ile birinci oldum, Allah’ın yardımı ile sınıfımı taktirle geçtim; nefsimin esiri olarak o günahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim, şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları suçları kadere havale etmeleri Allah’a bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yüzden “kader mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir. Allah ile sanatçı arasında yaratma ile meydana getirme yönü ile bir koşutluk kurulabilir. Allah yarattığı evren ve varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını göstermiştir. Sanatçı da eseriyle kendi öz yaşamını ve iç dünyasını ölümsüz kılmak ister. Ama Allah eserlerini bir örnek olmaksızın yoktan var ederken sanatçı her zaman bir örneğe ve çeşitli malzemelere muhtaçtır. Bazen sanatçılar için yaratıcı, eserleri için de yaratma sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette büyük bir yanlışlıktır. Zira sanatçı ancak öz yaşamını ve iç dünyasını eserine yansıttığında büyük olma onuruna erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de önceden yaşanmış yada oluşmuş şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu büyüklüğe ermemiş kişilere de sanatçı denmeyeceği açıktır. Sanatçının eserlerine bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun için sanatçı ve eseri için yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha yerinde sözcükler kullanmak gerekir. Evrenleri yoktan yaratan Allah nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın gücü ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
zati sıfatlar ile ilgili ayetler